Avrupa tarihine meraklı izleyiciler, son günlerde yayımlanan bir belgesele kilitlendi. "Hitler's DNA: Blueprint of a Dictator" (Hitler’in DNA’sı: Bir Diktatörün Planı) başlığıyla izleyici karşısına çıkan yapım, dikkatleri üzerine çekiyor.
Belgeselde görüşlerine başvurulan, Almanya Potsdam Üniversitesi'nden tarihçi Dr. Alex Kay, şaşırtıcı bir detaya dikkat çekiyor. Kay’in açıklamasına göre, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinin üzerinden yaklaşık seksen yıl geçmesine rağmen, bedeninin imha edilmiş olmasına rağmen Adolf Hitler'e ait kan kalıntıları analiz edilebiliyor.
HİTLER'İN SOYU HÂLÂ GİZEMİNİ KORUYOR
Günümüzde DNA molekülü ne kadar benzersiz bir kimlik anahtarı olarak kabul edilse de, tarihte hakkında en çok araştırma yapılan figürlerden biri olmasına karşın, Adolf Hitler'in geçmişi bir muamma olmayı sürdürüyor.
Bir dünya savaşına başlatan ve Holokost'ta altı milyon Yahudi'nin katledilmesinden sorumlu olan diktatörün yaşamına dair yüzlerce eser kaleme alınmış durumda. Ancak Hitler'in soy kökeni hakkındaki sırlar tam olarak aydınlatılamadı. Özel hayatı konusunda son derece ketum davranan Hitler, intiharından sonra dahi tıbbi geçmişinin gizli kalmasını arzu etmişti. Diktatörün en uzun süreli ve derin ilişkisi, 14 yıl boyunca süren ve Eva Braun'un iki kez intihar girişiminde bulunduğu birliktelikti.
KANEPESİNDEN ÇALINAN HATIRA, DİKTATÖRÜN DNA'SINI ORTAYA ÇIKARDI
Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanı General Eisenhower'ın emrinde görev yapan Amerikalı istihbarat subayı Albay Roswell Rosengren, farkında olmadan Adolf Hitler'in genetik mirasını koruyan kişi oldu. Albay Rosengren, DNA'nın profillenebileceğinin keşfinden yaklaşık kırk yıl önce, Hitler'in kanepesinden bir kumaş parçası keserek bunu bir hatıra olarak saklamıştı.
Torunu Erik Rosengren, bir programda yaptığı açıklamada, "Müttefik kuvvetlerin Berlin'e girdiği sırada büyükbabam oradaydı ve sanıyorum Hitler’in sığınağına giren ilk Amerikalı grup içindeydi," ifadelerini kullandı. Rosengren, büyükbabasının o anları şöyle aktardığını belirtiyor: "Kanepenin üzerinde kan vardı. Büyükbabam o kan örneğini kesip aldı. Bu, onun için çok güçlü bir hatıraydı; kumaş parçası, savaşın sonunda Hitler'in gerçekten öldüğünün sembolüydü."
Bu önemli kan lekesi, daha önce III. Richard'ın kalıntılarını inceleyen adli tıp uzmanı Profesör Turi King'in liderliğindeki uluslararası bir ekip tarafından analiz edildi. Bath Üniversitesi'nden olan Profesör King ve ekibi, DNA testlerini gerçekleştirerek Hitler'in genomunu (bir organizmanın yaklaşık 3 milyar genetik talimatı kapsayan tüm genetik yapısını) dizilemeyi başardı.
HİTLER'İN KÖKENİYLE İLGİLİ MİTLERİ YIKTI
Yapılan DNA analizleri, on yıllardır süregelen söylentilere son noktayı koydu: Adolf Hitler'in Yahudi kökenli olduğu yönündeki efsane çürütüldü.
Hitler'in kendisi bile, büyükannesi Maria Schicklgruber'in Yahudi bir ailenin yanında çalışırken hamile kaldığı yönündeki iddiaları susturmak amacıyla aile geçmişinin resmî bir kaydını yayımlama girişiminde bulunmuştu.
Profesör King, Führer'in DNA'sının ne gayrimeşru bir kökene ne de Yahudi soyuna işaret ettiğini belirterek, Hitler'in aile geçmişine dair resmî beyanının doğru olduğunu teyit ediyor. Öte yandan, Hitler'in psikolojik durumu da tarihçiler arasında yoğun bir tartışma konusu olmaya devam ediyor. Bazı tarih uzmanları, diktatörün akıl hastalığına yatkın olduğu görüşünde birleşiyor.
Adolf Hitler'in DNA sonuçları, psikiyatrik ve nörogelişimsel bozukluklara yönelik genetik eğilimlerin değerlendirilmesi amacıyla Danimarka'daki Aarhus Üniversitesi'nden alanında dünya lideri bir ekibe iletildi.
DNA'SI PSİKİYATRİK RAHATSIZLIKLARA YATKINLIĞI GÖSTERİYOR
Gerçekleştirilen analizler, Hitler'in Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) geliştirme ihtimalinin ortalamanın üzerinde olduğunu ortaya koydu. Ayrıca, diktatörün otizm, bipolar bozukluk ve şizofreni gibi aileden gelen rahatsızlıklara yakalanma riskinin en yüksek yüzde 1'lik dilimde bulunduğu belirlendi.
Öte yandan, Hitler'in ailesindeki psikiyatrik geçmişe dair bir örnek de bulunuyor. Kuzeni Aloisia Veit, yıllarca Viyana'daki bir psikiyatri kliniğinde tutulmuştu. Veit'in sık sık yatağa bağlanmasını gerektiren, halüsinasyonlar ve sanrılı davranışlar gösterdiği biliniyordu.
ANTİSOSYAL EĞİLİMLER VE NADİR SENDROM İDDİASI
Adolf Hitler'e ait DNA analizleri, bir bireyin psikopat olarak teşhis edilmesinde etkili olabilecek antisosyal davranışlara karşı yüksek bir genetik yatkınlığı ortaya çıkardı.
Yazar ve psikiyatrist Profesör Michael Fitzgerald, bu bulgular ışığında, "Hitler’i tanımlamak için 'suçlu otistik psikopati' terimini kullanmakta haklıyız," yorumunda bulunuyor. Fitzgerald, bu tanımın; birincisi suçluluğu, ikincisi otizmi ve üçüncüsü psikopatiyi vurguladığını belirterek, "Bu çok karmaşık bir karışım. Hitler, milyonda bir, hatta belki milyarda bir görülen bir vakadır" ifadelerini kullandı.
Ekip son olarak, Hitler'in DNA'sını cinsel anormallikler açısından da inceledi ve diktatörde Kallmann sendromu olabileceğine dair genetik kanıtlar buldu. Bu genetik bulgu, Hitler'in ergenlik dönemini tam olarak tamamlayamamış olabileceği ve düşük veya dalgalı testosteron seviyelerine sahip olabileceği yönündeki en güçlü ispat olarak değerlendiriliyor.





