İzleyenin de izlemeyenin de hakkında çok şey bildiği Kızılcık Şerbeti'nde bir zamanlar “aklı başında, çağdaş, eğitimli kadın” olarak tanıtılan Kıvılcım Arslan, artık aklın değil, korkunun sesi haline geldi. Son bölümlerde sergilediği davranışlar, dizinin merkezindeki “rasyonel akıl” mitini yerle bir ediyor.
AKLIN YERİNİ KORKU ALDI
Kıvılcım’ın kocasının bir kazaya karıştığı anlaşılıyor. Ömer vicdanıyla baş başa kalıyor, karakola gitmeyi düşünüyor. Kıvılcım buna engel oluyor… “Çocuğumu babasız mı bırakacaksın” diyerek üstelik. Sonra gidip kocasını ihbar ediyor. Yani önce durduruyor, sonra suçluyor.
Bu artık etik ya da adalet meselesi değil; tamamen dogmatik bir korku refleksi. Kıvılcım adalet istemiyor, kontrolü elinde tutmak istiyor. Ve kontrolün adı bu dizide çoktan “korku”ya dönüşmüş durumda.
TUTARSIZLIK VE ÇELİŞKİ
Dizinin başından beri “modern akıl”ın temsilcisi olarak çizilen Kıvılcım, artık kendi haklılık takıntısının kurbanı. Ona sorsan dünyanın en mantıklı kadını. Ama her eylemi bir öncekiyle çelişiyor. “Çocuklarımdan çıkmasın” diyerek kocasını ihbar eden bir kadının modernliği, aslında korkularla örülmüş bir kafes.
Ve o kafes, aklın değil, panik anında bile haklı görünme isteğinin ürünü.

İRONİ TAM ORTADA
İroni şu: dizideki muhafazakâr karakterler böyle davransa kimse şaşırmazdı. Ama “batılı” diye pazarlanan taraftan bu refleks gelince tablo absürde dönüyor. Kızılcık Şerbeti, akıl ile içgüdü arasındaki çizgiyi tamamen silmiş durumda. Kıvılcım artık aklı temsil etmiyor; sadece korkusunu rasyonalite kılıfında gizleyen bir kadın olarak var oluyor. Dizinin genel tonunda da bu çelişki sürüyor: bir yanda “bilinçli anne” klişesi, diğer yanda kontrol manyağı bir figür. Her sahnesi aynı titreşimde: bir kahve, bir soğuk bakış, bir suçlama…
EVRİM ALASYA GİTSEYDİ...
Kulislerde Sıla Türkoğlu’nun da dahil olduğu 4 ismin diziden ayrılacağı konuşuluyor. Asıl Evrim Alasya ayrılsaydı da izleyici kendi çelişkileriyle boğuşan ve her sahnesi tek perdelik monoloğa dönüşen o ekşi somurtuk ifadeden kurtulsaydı…




