Gazeteci Fatih Altaylı, YouTube kanalında yaptığı bir yayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik “tehdit içerikli” sözler sarf ettiği iddiasıyla 104 gün önce tutuklanmıştı.
Bugün Silivri Cezaevi Yerleşkesi karşısındaki 2 No’lu duruşma salonunda ilk kez hakim karşısına çıkan Altaylı, hakkındaki suçlamalara karşı savunmasını sundu.
EN AZ 5 YIL HAPİS CEZASI İSTENİYOR
İddianamede Altaylı için en az 5 yıl hapis cezası talep ediliyor. Savcılık, gazetecinin sözlerinin “Cumhurbaşkanını tehdit” kapsamına girdiğini öne sürerken, Altaylı suçlamaları reddetti.
TUTUKLULUK DEVAM EDECEK
Mahkeme heyeti, yapılan değerlendirme sonrası Altaylı’nın tutukluluk halinin devamına karar verdi. Bir sonraki duruşma tarihi ilerleyen günlerde açıklanacak.
İşte Fatih Altaylı’nın savunmasının tam metni:
“Sayın Başkan, Değerli Üyeler,
Silivri’mize hoş geldiniz. “Silivri’mize” diyorum çünkü kısa sayılmayacak bir süredir Silivri’de, yüksek güvenlikli bir cezaevi hücresindeyim. Bütün bir yazı burada geçirdim, sonbaharı burada karşıladım. Uzunca bir süredir ilk kez buraya gelmek için dört duvar arasından dışarı çıkarıldım.
Benim yaşlarıma gelip sevdiklerinizle, ailenizle, dostlarınızla geçirebilmeyi hayal ettiğiniz yazların sayısının azaldığını hissedince, her yaz daha değerli oluyor. Her gün daha değerli oluyor.
Sizleri ve buradaki herkesi buralara kadar yorduğumuz için kusura bakmayın ama emin olun ben de hiç istemezdim böyle olmasını. Zaten tam olarak da anlamış değilim niye böyle olduğunu, niye burada olduğumu, niye hep birlikte burada olduğumuzu. Ve hatırladığım kadarıyla hayatımda ilk defa bir Ağır Ceza Mahkemesinde niye yargılandığımı.
Yaz ayları boyunca tek kişilik hücremde, yalnız başıma otururken ve 8 adıma 5 adımlık avlumda dolaşırken bunu, niye burada olduğumu uzun uzun düşünme fırsatım oldu.
Zannederim anladım nedenini.
40-50 yıllık arkadaşlarımın benim için kaygılanmalarının, ailemin, sevgili kızım ve sevgili eşimin aylarca beni düşünerek uykusuz kalmalarının ve bugün burada hepimizin bir araya gelmek zorunda kalmamızın nedenini zannederim anladım.
Bugün burada bulunmamın nedeni, bu salonda bulunan ya da bu ülkenin en ücra köyünde yaşayan çocukları, hiç tanımadığım insanların evlatlarını kendi kızım kadar seviyor, kendi kızım gibiymişçesine düşünüyor, önemsiyor, onlar için de kendi kızımmış gibi, hatta onun için kaygılandığımdan daha fazla kaygılanıyor olmam.
“Gençlerin umutlarını taze tutmaya çalışıyorum”
Şanslı olmayan çocukların da benim kızım kadar, çevremdeki insanların çocukları kadar şansı olabilsin istediğim için buradayım. Onların da herhangi bir mensubiyetten, aidiyetten dolayı değil; ana babalarının kim ya da kimlerden olduğuna bakılmaksızın hayata eşit şartlarda başlamasını savunmak istediğim için, güzel, müreffeh, fırsat eşitliği olan, liyakate değer verilen bir ülkede yaşamalarını istediğim için buradayım.
Bunu yapabilmek, bunu başarabilmek için bildiğim şeyi yapıyorum. Ekranlara çıkıp kendimce bunun yollarını anlatıyorum, dünyadaki tüm olumsuzluklara rağmen özellikle gençlerin umutlarını taze tutmaya, ülkenin geleceğine güvenlerini yaşatmaya çalışıyorum.
Bir yandan da Türkiye’nin bir bilgi toplumu, bir bilim ülkesi olabilmesi için çabalıyorum. Bunu gerçekleştirebilmek için, bazılarını bugünkü duruşmada dinleyici sıralarında görebileceğiniz Türkiye’nin en yetkin, en iyi bilim insanları ile bilim programları yapıyor; 16 yıldır onların desteği ile Türkiye’de bilimi ve bilgiyi önemli hale getirmek, sevdirmek için çabalıyorum. Bilim olmadan zengin ve geleceğe güvenle bakan bir ülke olamayacağımızı bildiğim için gençleri bilimle tanıştırmaya, önlerine rol modelleri koyarak onları bilime yönlendirmeye çalışıyor, Türkiye’yi bilime dayalı gelişmiş bir toplum haline getirebilmek için ateşe su taşıyan karınca misali bilim programları yapıyor ve ilginçtir, bunun sonuçlarını görüyorum.
“Ülkeme borcumu ödeyememekten korktum”
Bunu 14 yıl boyunca televizyonlarda yaptım ve iki yıldır da YouTube üzerinde yapıyorum. Silivri’de bir hücrede oturmak zorunda kaldığım güne kadar da yapmaya devam ettim. Bunu tüm yaşamımda yaptığım en önemli iş olarak gördüm. Yıllar önce başlatılmasına katkıda bulunduğum “Haydi Kızlar Okula” kampanyası ile nasıl gurur duyduysam, bununla da gurur duyuyorum.
Bunları yapıyorum, bunları yapmak zorundayım çünkü bu ülkeye, bu millete borcum var. Beni en iyi okullarında okutan, 60 yıl boyunca olabildiğince kültür ve tecrübe kazandıran, çevremi bu memleketin en iyi eğitimli, en bilgili insanları ile donatan bu ülkeye borcum var ve bu borcu ödeyememekten korktum hep. Bu yüzden de bu borcu özellikle gençlere ödeyebilmek için çabaladım.
YouTube üzerinde, özellikle gençlerin çok izlediği programlarda, geçmişin tecrübesi ile geleceğe ilişkin öngörüleri harmanlayarak siyaseti, toplumu, ekonomiyi anlatmaya çabaladım. Türkiye’nin ve bazen dünyanın en değerli bilim insanları ile gençlere gelecekle ilgili daha geniş bir hayal kurabilme perspektifi kazandırmaya gayret ettim. Sık sık anne babalar ve bazen bizzat o gençler, bu çabalarımın yerine ulaştığını yazıp, arayıp, gelip anlattılar. Bu geri bildirimler bana yaptığımı yapmaya devam etme gücü verdi. Bu yaşımda tatil yapmadan, nefes almadan çalışarak, ailemden, kızımdan zaman çalarak bu borcu ödemeyi sürdürdüm. Şimdi anlattıkça, hayatımdaki en değer verdiğim insanlara yaptığım haksızlığı da daha iyi görüyorum aslında.
“Bilim insanı gençlerimize burs vermeye başladık”
Diyebilirsiniz ki, ‘Tüm bunları yaparken hiç para kazanmadın mı?’ Çok şükür kazandık elbette. Son kuruşuna kadar vergisi ödenmiş kazançlarımız oldu. Ama o kazancı da gençler için harcadık. En azından, büyük ihtimalle bir bölümü yurt dışına gidecek bir grup parlak, iyi eğitimli gencin Türkiye’de kalmalarını sağladık. Eğitimlerinin, donanımlarının ve emeklerinin karşılığını almalarını sağladık.
Ama daha önemli ve değerli bir şey daha yaptık. Gelirlerimizin ciddi bir bölümü ile ‘Teke Tek Bilim Burs Fonu’nu oluşturduk. Eğitim konusunda uzmanlaşmış saygın bir vakıfa tahsis ettiğimiz bu fon aracılığı ile dünyanın en iyi 100 üniversitesinde temel bilimler alanlarında doktora yapan bilim insanı gençlerimize burs vermeye başladık. Her yıl 4 gencimize 5 yıl süreli olacak şekilde bu bursu vermeye çalışıyoruz. Şu anda Singapur’dan Fransa’ya, oradan Amerika’ya kadar bursiyerlerimiz eğitimlerine devam ediyor. Eğitimlerinin sonuna kadar olan bursları şu anda hesaplarda. 5 yılın sonunda 20 düzenli bursu veriyor olacağız. Bu ülkenin bilgi tüketici değil, bilgi sağlayıcı olmasını istiyorum çünkü 63 yaşında bildiğim, emin olduğum bir şey var. İnsanı mutlu eden şey ne daha iyi bir otomobil, ne daha pahalı semtte bir ev, ne de lüks bir yaşam… Bir insan için en büyük keyif paylaşmak, hele hele sizin kadar şanslı olmayanlarla paylaşmak. Şunu da ekleyerek bu konuyu kapatmak isterim. Burs vereceğimiz gençlerle, belki önyargılı davranırım endişesi ile kesin karar öncesi hiç karşılaşmıyorum ve sonrasında da sadece bir kez görüyorum. Kendilerini bana borçlu hissetmelerini istemiyorum.
“Bencillik daha vicdanlı mıdır?”
Tüm bunları niye yaptığımı düşünüyorum ve tek yanıtım oluyor. Başta da söylediğim gibi başkalarının evlatlarını da, onların geleceğini de en az kendi kızımın geleceği kadar önemsiyorum.
Yoksa emin olun bu yaşımda çok daha kolay işler yapar, çok daha konforlu bir hayat yaşayabilirim. Bazı başka meslektaşlarım gibi gezer dolaşır, halkla ilişkiler gazeteciliği yapar, televizyonlarda kimseye faydası olmayan programlarda boy gösterir ya da hiçbir şey yapmadan oturur keyif çatardım. Ve eğer böyle yapsaydım ne kızım ve eşim başta olmak üzere sevdiklerimi üzer ne onlardan ayrı kalır ne de sizi ve bunca dostumu buraya kadar yorardım.
Bencillik ve sadece kendini düşünmek daha konforludur muhtemelen ama daha vicdanlı mıdır?
“Muhalif değilim”
Değerli mahkeme heyeti, böyle bir gazetecilik ya da yayıncılık yaptığım için bana ‘muhalif gazeteci’ diyenler var. Bu tanımlama bana ait değil. Eşim beni eleştirir, bana muhalefet midir bu? Ya da kızımın eleştirileri… Gençliğimizde, çocukluğumuzda anne babamız bizi eleştirirken bize muhalif miydiler?
Ben muhalif değilim, ben sadece ve sadece hayal etme özgürlüğünü savunuyorum, farklı hayaller kurabilme özgürlüğünü. Çünkü hayal kuramayanlar, ileri gidemez biliyorum. Demiri eritip, ilk demir kılıcı yapan Hitit Kralı da bir hayal kuruyordu, Arşimet de… İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet de, Galileo Galilei de, Atatürk de, Einstein da, Marie Curie de… Hepsi hayalperestlerdi.
Kendisini muhalif tanımlamayı bir tercih olarak ve özgürlük kapsamında değerlendirmekle birlikte ben kendimi muhalif değil, Türkiye’nin toplumsal duygusunun merkezinde duran, durmaya çalışan biri olarak gördüm. Toplumun en ortak duygularını hissetmeye ve seslendirmeye çaba gösterdim. Hiçbir zaman lal olmadım. O yüzden de kimse beni bir ideolojinin, bir kampın, bir mahallenin adamı, temsilcisi ya da sözcüsü olarak görmedi, göremedi. Olamazdım da zaten.
“Cumhurbaşkanı’nı tehdit ettiğim iddiasıyla yargılanmak beni şaşırtıyor”
Hep farklı hayaller görme hakkını savundum. İdeolojisi ne olursa olsun her iktidara makul bir süre sonra farklı hayaller de kurabileceğimizi göstermeye çalıştım. Hepsi de kızdılar bana. Yarın bambaşka bir iktidar gelse ve ben hala hayal kurabiliyorsam ya da hala varsam onlar da kızacak bana eminim.
Bu yüzden de bugün, Sayın Cumhurbaşkanı’nı tehdit ettiğim iddiasıyla yargılanmak üzere karşınızda bulunmak beni hem çok şaşırtıyor hem de çok üzüyor.
Öncelikle şunu söyleyeyim; 40 küsur yıllık meslek hayatım boyunca, bırakın meslek hayatımı tüm yaşamım boyunca, ne benden güçsüz ne benden güçlü tek bir kişiyi bile tehdit etmedim. Kimseyi…
“Ailem 30 yıl boyunca korku içinde yaşadı”
Tam aksine ben hep tehdit edilen oldum. Bu yüzden devletimiz 30 yıl boyunca beni korudu. Pek çok farklı terör örgütünün hedefi oldum. Ailem bu yüzden 30 yıl boyunca korku içinde yaşadı. Eve her sağ salim geldiğimde şükretti. Kızım yıllar boyu benim sokağa çıkmamı, çocuk aklıyla bulduğu bahanelerle engellemeye çalıştı.
Sayın Heyet, Ben hep güçlünün değil, güçsüzün, tehdit edenin değil, tehdit edilenin yanında yer almaya çabaladım, yer aldım. Buna şu anda tehdit etmekle suçlandığım Sayın Erdoğan da tanıktır. Kendisi bana göre haksız biçimde hapis cezasına çarptırılıp, cezaevine atıldığında gazete manşetlerinde ‘Muhtar Bile Olamaz’ diye yazıldığı gün, benim köşemin başlığı ‘5 Yıl İçinde Başbakan Olacak Adamı Bugün Hapse Attılar’ şeklindeydi. Nitekim 5 yıl gerekmedi…
Bunu belki Sayın müdahil avukat da hatırlayacaktır. Keza 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimini kilitleyen 367 saçmalığını da eleştiren bendim. Tüm bunları yaparken Sayın Erdoğan’la aynı fikirde miydik? Elbette değildik ama benim görevim seçilmiş Başbakan’ın hayal kurma özgürlüğünü savunmaktı, o hayal benim hayalim olmasa bile. Haksızlığa karşı çıkmaktı görevim, vicdani yükümlülüğüm…
Keza 2013 yılında, Sayın Erdoğan’ın tüm siyasi hayatının en büyük tehdit algısını hissettiği dönemde, kendini ifade edebilmek için tercih ettiği televizyon programı benim programımdı. Benim davetim üzerine değil, o zamanki basın danışmanının isteği üzerine… O günü siz de hatırlıyorsunuzdur…
O Fatih Altaylı mı bugün ‘Sayın Cumhurbaşkanı’nı tehdit ediyor’ oldu… Yapmayın… Hayatında kimseyi tehdit etmemiş Fatih Altaylı mı Sayın Erdoğan’ı, bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nı tehdit edecek!
“Dünün karanlığını anlatmak tehdit olabilir mi?”
Sayın Mahkeme Heyeti, 2.5 – 3 dakikalık son derece iyi niyetli bir konuşmanın içinden 15 – 20 saniyelik bir bölümün kesilmesi ile bir sosyal medya lincine maruz kaldım ve Silivri’de küçük bir hücreye atıldım.
O iki buçuk dakikayı lütfedip izleyen herkes, herhangi bir tehdit kastımın olmadığını görecek, anlayacaktır. ‘Türk halkı sandığı sever’ diye başlayıp öyle bitiriyorum. Demokratik bağlılığın Türk halkının iliklerine işlediğini anlatıyorum.
Halkın en sevdiği lidere karşı dahi demokratik hakkını elinde tutmayı sevdiğini, %70’lik oranın Erdoğan’a karşı olmadığını ama demokratik hakkını kimseyle paylaşmak istemediğini anlatıyorum. Demokrasinin erdemini anlatabilmek için de demokrasi ve seçimin söz konusu olmadığı günlerde yaşananları, demokrasimizin değerini vurgulamak için hatırlatıyorum. Bugünün aydınlığının değerini göstermek için dünün karanlığını anlatmak tehdit olabilir mi?
“Demokrasi kimi korkutabilir?”
O zaman tarih kitapları tehdit doludur. Burada hazır bulunan Türkiye’nin en iyi tarihçilerinin görüşlerini heyetinize takdim ettik. Tarihte yaşanmış tatsız olaylar nasıl bugün tehdit olabilir, bir otokratik monarşi döneminin olayları, işleyen bir demokraside nasıl tehdit olabilir, demokrasi kimi korkutabilir? Bu düşünce başta Sayın Cumhurbaşkanı’na, Tanzimat’tan bu yana demokrasisini geliştirmeye çalışan ülkemize haksızlıktır, ayıptır.
Sizlerin karşısında hukuki bir savunma yaparak haddimi aşmak istemem, onu gerek avukatlarım, gerekse mütalaalarına başvurduğumuz değerli hukukçular yapacaklar. Benim yapmaya çalıştığım, kendimi ve niyetimi, kastımı, kasıtsızlığımı sizlere anlatabilmek.
Ne var ki, şunu da söylemeden yapamayacağım, tutuklu olmama ve tutuklu kalmama neden olan iddianamenin, doktrin dediği noktada haklı olabilmesi için 1.tekil veya 1.çoğul şahısla bağlantılı olması gerekir. Atıfta bulunulan Sayın Hafızoğulları’nın görüşü de bu yöndedir.
“Herkesin hayal kurma özgürlüğünü korumak istedim”
Tüm bunları anlatmama gerek var mı ondan da emin değilim. Siz sayın yargıçlar, o iki buçuk dakikalık konuşmayı izlerseniz, kastımın ne olduğunu da, bir tehdit kastımın olmadığını da çok net görürsünüz. Belki gördünüz bile.
Dediğim gibi niyetim kendimi anlatmaktı. Bir haksızlık yaptıysam muhtemelen kızıma ve eşime karşı yaptım. Başkalarının çocuklarını ve geleceklerini belki de onlarınkinden fazla düşündüm. Herkesin hayal kurma özgürlüğünü korumak istedim. Bu yüzden belki de kızımdan özür dilemeliyim ona yaşattıklarım için. Ama ben böyleyim. Haksızlığa arkamı dönemiyorum. Ailemden, okullarımdan aldığım eğitim bu.
Ama emin olun kimseyi ne tehdit ettim, ne ediyorum ne de ederim. Ne de tehdit olurum. Tam aksine gençlerin hayalleri tehdit altında olmasın, kimse kendini tehdit altında hissetmesin diye uğraşıyorum kendi çapımda. Eğer bugün beraat talebimi yerinde görürseniz, çocuklar ve gençler için, onların geleceği için uğraşmaya devam edeceğim. Hayal kurma özgürlüğünü herkes için korumaya çalışacağım.”