İlkeli Söz; Cumhuriyet ile sonsuza dek..

Bugün de ‘yüzyılın dehası’ olarak nitelendirilen bir dahinin tam 100 yıldır bize bıraktığı Cumhuriyet emanetini sevgiyle, saygıyla, sadakatle, gururla, azimle, büyük bir mücadeleyle sürdürmenin, beraberce, hep bir ağızdan, 100 yıldır aynı coşkuyla kutlamanın kıvancını yaşıyoruz. Cumhuriyet Bayramımızı kutlu olsun. En yalın haliyle milletin kendi kendini yönetmesi anlamına gelen, Cumhuriyeti bizlere armağan eden, Mustafa Kemal Atatürk’e sonsuz şükranlarımı sunuyorum.

İşte o 100 yılın dahisi Mustafa Kemal Atatürk. Bize Allah’ın en büyük lütfu.

Atatürk, çok yönlü, geleceği gören bir projeksiyondur. Devrimler yapmıştır ve devrimlerinden biri de ‘dil devrimidir’ 
Dil konusunda neler söylediğine bakalım; ‘Kendi dili ile düşünmeyen, okuyup öğrenmeyen, kendi dilinde eğitim almayan bir ulus, bağımsız olamaz; hiçbir ulus, dilindeki yabancı kültürlerin etkisini önlemeden kendini bulamaz; dilde ödün verenler, ulusal savunma silahlarından birini elinden bırakmış, güçsüz, düşmüş, birliğini yitirmiş demektir.’ dedi.
O dönemlerde türkçenin durumunu ifade etmek gerekirse; Türkçe, Osmanlı döneminde uzun süren ihmal ve ilgisizlik nedeniyle, devlet katında ‘can çekişen’ bir dil durumuna gelmişti. Yüksek sınıf, Arapça ve Farsça öğrenip kullanmaktan onur duyuyordu.

Farsçaya, güzel söz söyleme yolu, Arapçaya Peygamber’in konuştuğu dil olduğu için kutsal gözle bakılıyordu. Son dönemlerde Fransızca, İngilizce hatta Almanca da Türkçeye girmişti. 20. yüzyıl başında, resmi dil olarak kullanılan Türkçede, kendine ait cümle ve sözcüklerin oranı, yüzde yirmi beşe düşmüştü. Ülkenin en iyi yazarlarının kullandığı yazı dilinde, yabancı sözcük egemenliği o denli yoğundu ki, okur yazarı zaten az olan halk, bu yazarların yapıtlarını anlayamıyordu. Aydın kişiler, özellikle yabancı dilde eğitim görenler, ne kendi dillerinin ne de sonradan öğrendikleri yabancı dilin inceliklerini anlıyordu. Sonuç olarak Türk yazı dili, halkın olduğu kadar aydınların da kavrayamadığı ‘bir diller karması’ durumuna gelmişti.

1908 yılında liselerde okutulan bir kitapta kullanılan dil şöyleydi: “Ol Şeb-i hayır-ki bir sabah-ı felâhın miftah-ı zafer-küşası idi. Halk Dilini Yaşatıyor; Resmi dil, bu denli bozulma içindeyken, halk, dilini günlük yaşamda canlı tutmuş; toplum ilişkilerinde, ozan deyişlerinde, şiirlerde tekke söyleşilerinde onu koruyup geliştirmişti. Tekke dili, halk diliydi’ ve derinliği olan bu dil, br çok tasavvufçu deyimiyle zenginleştirilmişti. Devlet bu dilden uzak durmuş, sürekli resmi eğitim dışında tutmuştu. Halk ozanı Yunus Emre’nin sekiz yüzyıl önce kullandığı Türkçe şöyleydi: “Derviş bağrı baş gerek/Gözü dolu yaş gerek/Koyundan yavaş gerek/Sen derviş olamazsın/Dövene elsiz gerek/Sövene dilsiz gerek/Derviş gönülsüz gerek/Sen derviş olamazsın”. Dil, ulusun temeli; tarih ise bu temeli oluşturan uzun geçmiştir. 

Cumhuriyet, olmuş, bitmiş bir süreç değildir. Tam tersine Atatürk’ün "Devrimcilik ilkesi" gereği: sürekli olarak yeniliklere, değişimlere açık bir süreçtir. 100 yıl önce Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün yaktığı Cumhuriyet meşalemizin yanmaya devam ettirilmesi görevi de ülkemizin her alanında yarın söz sahibi olacak, vatanımızın gerçek sahibi olan, bizlere düşmektedir.

Bu duygu ve düşünceler ışığında Cumhuriyet Bayramımızı 100.yılına erişmenin onuruyla bir kez daha en derinden kutluyor, Cumhuriyetimizin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, bugüne değin yitirdiğimiz tüm aziz şehit ve gazilerimizin manevi huzurunda sonsuz saygıyla eğiliyorum.