Televizyon dizileri artık sadece bir eğlence aracı değil; şehirlerin, bölgelerin ve insanların dışarıya açılan yüzü hâline geldi.
Bir yapım hangi şehirde çekiliyorsa, o şehrin kültürü, yaşam biçimi ve karakteri milyonlarca izleyicinin gözünde o dizinin yansıttıklarıyla şekilleniyor. Fakat reyting kaygısı işin içine girdiğinde, senaristler kimi zaman gerçek yaşamın dışına çıkan sahneler yazabiliyor. Bu da o bölgede yaşayan insanlar tarafından haklı olarak tepkiyle karşılanıyor.
Bugün pek çok şehir, “Biz böyle değiliz” diyerek ses yükseltiyor. Çünkü senaryolardaki bazı karakterler, olay örgüleri ve davranış biçimleri sanki tüm şehrin kimliğiymiş gibi algılanıyor. Oysa bir bölgeyi temsil etmek, sorumluluk isteyen bir iştir. Senaristin masa başında oluşturduğu dramatik kurgu her zaman sahadaki gerçeklerle örtüşmüyor.
Burada önemli bir nokta var:
Tepkinin adresi doğru mu?
Bir oyuncu, kendisine verilen senaryoyu canlandırmakla yükümlüdür. Rolünü oynadığı için eleştirilmesi veya hedef gösterilmesi doğru değildir. Çünkü oyuncu şehrin değil, karakterin hikâyesini anlatır. Aynı şekilde kamera arkasında çalışan set ekibinin —ışıkçısından sesçisine, makyözünden koşusuna— bu anlatılan hikâyede hiçbir söz hakkı yoktur. Onlar emek veren çalışanlardır; sahada ter döker, verilen işi en iyi şekilde yapmaya çalışırlar.
Yani bir bölge halkı, bir dizide kendini yanlış temsil edilmiş hissediyorsa tepkisini yöneltmesi gereken yer oyuncular ya da set emekçileri değil; hikâyeyi kuran ve bu hikâyeyi onaylayan yaratıcı ekiptir.
Medya dünyasında reyting baskısı çoğu zaman hassas dengeleri bozuyor. Fakat bir şehrin kültürünü tek bir karakterin üzerinde göstermek ya da toplumsal davranışları abartılı şekilde sunmak uzun vadede hem o şehre hem de sektöre zarar verir. Çünkü güven kaybolur, saygı zedelenir, temsil gerçeği yansıtmaz.
Sonuç olarak soru şudur:
Halk kendi iradesi dışında gelişen yanlış temsillerde tepkisinde haklı mı, haksız mı?
Bu soruyu siz değerli okurlara bırakıyorum.