Biz Türkler binlerce yıllık tarihimiz boyunca pek çok imparatorluk kurmuşuzdur. İmparatorluk, çeşitli dinlere mensup ve etnik kökeni farklı milletleri idaresi altında tutan devlet demektir.
Burada esas maharet, sömürgeci bir devlet olmamak ve hükmü altındaki bütün insanlara adaletli davranabilmektir. Bilhassa İslamiyet’i kabul eden Türk hanedanlarının idaresindeki imparatorluklarımız, bu şartları harfiyen yerine getirmişlerdir. Bunlar ayrıca, diğer İslam devletlerinin ve halklarının ne zaman başı sıkışsa onların da derhâl yardımlarına koşmuşlardır.
GERÇEK BİR İMPARATORLUK
Son imparatorluğumuz Osmanlı İmparatorluğu, hükmü altındaki milletleri katiyen sömürmeyen, bir uçtan diğer uca bütün bir ülkeyi vatan kabul ederek tamamına hizmet götüren gerçek bir imparatorluktu. Öyle ki Müslüman olsun olmasın haksızlığa uğrayan bütün insanların hamisi konumuna gelmişti. Sultan II. Bayezid devrinde İspanya’dan çıkarılma kararı verilen 150 bin Yahudi’nin gemilerle ülkeye getirilmesi, Fransa Kralı I. Fransuva’nın hapisten kurtarılması ve ülkesinin istila edilmemesi için Kanunî’nin donanma sevk etmesi, Abdülmecid Han’ın İrlanda’da yaşanan kıtlık üzerine bu ülkeye yardım göndermesi akla gelen sadece birkaç örnektir.
ÜÇ KITA, YEDİ İKLİM Sultan III. Murad Han devrinde imparatorluk, Bornu, Fas ve Lehistan gibi tabi devletlerle birlikte artık 20 milyon kilometrekareye ulaşmıştı. Bunun yaklaşık 3 milyon kilometrekaresi Avrupa’da, 5 milyon kilometrekaresi Asya’da, 12 milyon kilometrekaresi ise Afrika kıtasında idi. Şehnameci ve tarihçi Seyyid Lokman, ulaşılan bu haşmeti Zübdetü’t-Tevarih isimli eserinde şu beyitle anlatır: Dergâhı İstanbul’da, gavgâsı Ereş’te Bir kolu Yemen’de, biri Lahsâ vü Habeş’te İstanbul ile Azerbaycan’daki Ereş arası 2000 kilometre, Ereş ile Habeş arası ise 5000 kilometredir.
BİR İFTAR DAVETİ
Bütün bu girişi neden yaptığımı şimdi açıklıyorum. Geçtiğimiz günlerde bir iftar davetine iştirak ettim. Tüm Afrika’nın Dostları Derneği (TADD) Başkanı Dr. Bilgehan Güntekin’in nazik daveti ile katıldığım iftarda, derneğin 27 Afrika ülkesinden burs verdiği 200’ü aşkın Afrikalı öğrencinin çoğu oradaydı. Ayrıca derneğin çeşitli hayır faaliyetlerinde görev alan gönüllüleri ile bağışçıları da masalara serpiştirilmişti. Afrikalı bir öğrencinin okuduğu Kur’an-ı Kerim’den sonra yine başka bir Afrikalı öğrenci ülkesinin üslubuyla ezan okudu. Ben de bir tarihçi olarak bir yandan orucumu açıp iftarımı yaparken ortamın yaşattığı duygu sağanağı içinde yukarıda anlattıklarımı âdeta yaşıyor, bize çok yakışan bu yardım faaliyetleri artacak, Türk devleti ve Türk milleti güçlendikçe bütün dünyaya yine barış ve huzur getirecek, nerede bir mazlum ve mağdur varsa yardım elini oraya ulaştıracak diye düşünüyordum.
BİZİM HER YERDE İŞİMİZ VAR
İnanıyorum ki güçlü bir Türkiye sadece topraklarımızda yaşayan 85 milyon vatandaşımız, gönül coğrafyamızdaki Türk ve Müslüman soydaşlarımız ve dindaşlarımız için değil bütün insanlık için son derece gereklidir. Bunu asırlarca bütün dünyaya, yaptıklarımızla ispat ettik. Dolayısıyla bizim özellikle Osmanlı bakiyesi topraklarda, başka ülkelerin yaptıkları gibi sömürmek için değil aynen Selçuklu ve Osmanlı atalarımız gibi dünya barışı ve huzuru için, insanlara iyilik etmek için çok işimiz var. Genlerimizde olan imparatorluk kültürü de zaten bunu gerektirir.
İYİLİK EDEN Mİ YOKSA EDİLEN Mİ?
Makalemi Dr. Güntekin’in, bahsettiğim davette yaptığı konuşmada dikkat çektiği bir hususu zikrederek bitiriyorum. Bugün tıp alanındaki akademik araştırmalarla da ispatlanmış ki aslında esas kazançlı çıkan iyilik edilen değil, iyilik edendir. İyilik yapıldığında insan ruhen öyle yüksek bir seviyeye ulaşıyor ki sonsuz bir huzur ve mutluluk duyuyor. Çağımızın hastalığı olan stres ortadan kalkıyor ve buna bağlı ölümler azalarak ömür uzuyor. Bu vesileyle şimdilerde deprem bölgesinde de faaliyet gösteren en saygın yardım derneklerimizden olan TADD ile ilgili her türlü bilgiyi bulabileceğiniz internet adresini veriyorum: www. tadd.org.tr.