Bir önceki yazımda, içinde yaşadığımız mübarek İstanbul’umuzun 570 yıl önce Bizans’tan fethini anlatmaya başlamıştım, devam ediyorum.

Şâhî topların üçü ilk önce Eğrikapı karşısına yerleştirilmiş, fakat orasının Bizans imparatoru tarafından yeniden tahkim edilmesi sebebiyle, yapılan atışların istenildiği gibi tesiri görülememiş ve toplar merkez hücum yeri olan Topkapı karşısına nakledilmişti.

Yeni olan her şeyde olduğu gibi bu topların kullanılmasında da birtakım aksaklıklar yaşandı. Mesela bu topların bir defa doldurulup atılması iki saati bulduğundan günde ancak sekiz defa kullanılabiliyordu. Bununla beraber çok fazla ısınması engellenemediğinden bir gün doldurulurken parçalandı. Pek çok görevli bu arada şehit oldu. Bu hadise Fatih’in buluş kuvvetine bir fırsat daha vermiş oldu. Fatih’in emri üzerine diğer toplar, her atıldıkça zeytinyağıyla yıkanmaya başlanmış, bu suretle güvenli bir şekilde kullanılmaları mümkün olmuştur.

EDİRNE’DEN ÂLİMLERLE YOLA ÇIKIYOR

Bütün kışı harp hazırlıkları ile geçiren Padişah, nihayet 23 Mart 1453 Cuma günü Akşemseddin Efendi, Molla Gürânî ve Molla Hüsrev gibi âlimlerle birlikte Edirne’den hareket etti. İstanbul önlerine ulaştığında birlikler, evvelce yapılan planlara uygun olarak büyük bir disiplin içerisinde yerlerini aldılar. Böylece şehrin kara surları Ayvansaray’dan Yedikule’ye kadar tamamen sarılmış oluyordu.

Padişah bu tertibatı alırken bir yandan da boşuna kan dökülmemesi için imparator XI. Konstantin’e şehri teslim etmesi teklifinde bulundu. İmparator ise şehri müdafaa edeceğine yemin etmiş olduğunu, ancak vergi verebileceğini beyan ederek teslim teklifini reddetti. Bunun üzerine 6 Nisan Cuma günü sabah namazını âlimler, paşalar ve şeyhlerle birlikte kılan Padişah hareket emrini verdi.

GEMİLER KARADAN YÜRÜTÜLÜYOR

Asıl muhasara 12 Nisan günü büyük topların atışa başlamasıyla başladı. Ateş püsküren Şâhî toplar kale bedenlerinde durmadan gedikler açıyor, mancınıklar taş yağdırıyor, okçular da sürekli ok atıyordu. Uzun menzilli tunçtan toplar büyük çapta taştan gülleler savuruyordu. Her top ateşlenişinde simsiyah bir duman etrafı kaplıyor, devasa güllenin surlara çarpmasıyla yer sarsılıyor ve çarptığı yerden kopan parçalar etrafa dağılıyordu. Bizanslılar açılan gedikleri süratle tamir ederek yeniliyorlar, böylece kale duvarlarına karşı girişilecek umumi bir hücuma mâni oluyorlardı.

Bizans kuvvetleri surlara yapılan hücumlarla meşgul edilirken, Padişah akıl almaz bir askerî planını daha yürürlüğe koydu. Dolmabahçe-Maçka Deresi ile Harbiye-Dolapdere-Kasımpaşa arasında hazırlanan iki kilometrelik bir yoldan, bir gecede altmış yedi gemi kızaklar üzerinde karadan yürütülerek Haliç’e indirildi. Ertesi günü güneşin ilk ışıklarıyla birlikte Haliç’e indirilen Türk donanmasını gören Bizanslılar hayrete düşerek dehşete kapıldılar. Bizans’ın dayanma gücüne indirilmiş büyük bir darbe olan bu manevranın manevi tesiri, maddi tesirinden fazla olmuştu. İmparator derhâl bir elçilik heyeti göndererek en ağır şartları kabul edeceğini bildirdi ve muhasaranın kaldırılmasını teklif etti. Ama çıktığı bu kutlu yolda son derece kararlı olan Padişah gelen elçilere: “Ya ben Bizans’ı alırım ya Bizans beni!” diyerek cevap veriyordu.

6 Mayıs Pazar günü güneş battıktan birkaç saat sonra Topkapı surlarına otuz bin kişiyle hücuma geçildi. Yaklaşık üç saat süren şiddetli çarpışmalardan netice alınamadı. Bu defa 12 Mayıs’ta gece yarısı Edirnekapı ile Tekfur Sarayı arasındaki surlara elli bin kişilik büyük bir kuvvetle saldırıldıysa da yine bir netice elde edilemedi.

Nihayet 28 Mayıs 1453 gününe, yani muhasaranın elli üçüncü gününe gelindi. İstanbul surları son üç gündür yapılan top atışlarıyla artık yer yer yıkılmış durumdaydı. Yıkılan yerlerin kapatılmasına mâni olmak için top atışı gece gündüz aralıksız sürdürülüyordu. Osmanlı ordusunda nihai hücum için yoğun bir hazırlık göze çarpmaktaydı.

Fethi anlatmaya bir sonraki yazımda devam edeceğim.