Gün geçmiyor ki, kanunun ve nezaketin delindiği, başkasının hakkının hiçe sayıldığı bir olayla karşılaşmayalım.
Sosyal medya akışlarımız, kuralsızlığın en vahşi örnekleriyle dolu. Yol verme kavgasında birbirini dövenler, kaldırımı kişisel pistine çeviren motosikletli, yaya geçidinde gazlayan sürücü, engelli park yerine keyfince park eden, hatta sokağın ortasına koyduğu dubayla kamusal alanı kendine mülk edinen… Liste uzuyor. Bu görüntüler artık olağan, neredeyse norm haline gelmeye başladı. Peki, bu yaygın “kural tanımazlığın” ardında yatan sebep ne? Toplumsal düzendeki bu aşınmayı nasıl onaracağız?
Sorunun kökleri derinde ve çok katmanlı. Öncelikle, hızlı şehirleşme ve bireyselleşme ile birlikte kamusal alan bilincimiz erozyona uğradı. “Ben” ve “benim hakkım” odaklı bir yaşam, “biz” ve “ortak alan” fikrini gölgeledi. Trafikteki her saniye, parktaki her yer kişisel bir zafer, bir kazanım alanına dönüştü. Sabırsızlık ve ben-merkezcilik, kuralları lüks veya gereksiz bir engel olarak görmemize neden oldu.
İkinci önemli neden, cezasızlık kültürü ve denetim zafiyeti. Bir kural ihlalinin cezayla sonuçlanma ihtimali düşükse, o kural zamanla anlamsızlaşır. Yaya geçidinde durmayan sürücü, hiçbir zaman ceza yemeyeceğine inanıyorsa, bu davranışını sürdürür. Engelli park yerine park eden, bunun sadece “bir anlık” bir şey olduğunu düşünür ve bunu yapmanın somut bir bedeli olmadığını görür. Kurallar yazılı değil, uygulandığı yerde anlam bulur.
Peki, bozulan bu düzeni nasıl düzelteceğiz? Sihirli bir formül yok; çözüm, dengeli ve istikrarlı bir üç ayak üzerinde yükselmelidir.
1. Caydırıcı ve Adil Denetim: Cezaların caydırıcılığı, kaçınılmazlığından gelir. Trafikte, park alanlarında, kamusal mekânlarda düzenli, görünür ve teknoloji destekli denetim şart. Mobese kameraları, plaka tanıma sistemleri, daha sık ve etkin trafik devriyeleri, cezaların sadece kâğıt üzerinde kalmadığını gösterecektir. Ancak buradaki “adil” vurgusu çok önemli. Herkese eşit mesafede, keyfiliğe yer vermeyen bir denetim mekanizması toplumsal güveni de tazeler.
2. Eğitim ve Bilinçlendirme (Uzun Vadeli Yatırım): Kuralları sadece korkudan değil, içselleştirerek uygulamamız gerekiyor. Bu da ancak toplumsal sorumluluk ve hak bilinci aşılayan bir eğitimle mümkün. Okul öncesinden başlayarak, trafik, çevre ve kamusal alan bilinci; sadece teorik değil, pratik ve ahlaki boyutuyla verilmeli. Medyada ve sosyal medyada, olumsuz örneklerin teşhirinden çok, olumlu davranışların özendirilmesi, toplumsal normları yavaş yavaş değiştirebilir.
3. Altyapı ve Tasarım: Bazen kuralsızlık, kötü tasarımın sonucudur. Yetersiz park alanı, yayalar için güvensiz geçiş noktaları, yaya kaldırımlarını işgal eden fiziksel engeller… Kullanıcı odaklı, erişilebilir ve ihtiyaca cevap veren bir kentsel altyapı, kural ihlali yapma “ihtiyacını” veya “gerekçesini” azaltacaktır.
Sonuç olarak, cezaların artırılması tek başına çare değil. Ancak denetimle birlikte uygulandığında etkilidir. Asıl mesele, kuralı sadece ceza korkusuyla değil, komşusuna, yabancıya, topluma saygının bir gereği olarak gören bir zihniyet inşa etmektir. Bu da eğitim, adil uygulama ve yaşanabilir şehirlerle mümkün. Yoksa her gün izlediğimiz bu kuralsızlık manzaraları, sadece bir trafik kazası veya kavga değil, toplumsal dokumuzdaki çatlağın en net yansıması olmaya devam edecek. Düzelmeye, önce kurallara saygı duyan “birey” olmaktan geçen yoldan başlamak zorundayız.