Sultan Abdülaziz, İngiltere’nin İstanbul’daki büyükelçisi Sir Henry George Elliot aracılığıyla destek verdiği bir askerî darbe ile 30 Mayıs 1876 günü tahttan indirilmiş, Topkapı Sarayı’nda bir odaya hapsedilmişti. Darbeciler geleceklerini emniyete almak için 2 Haziran’da Ortaköy’deki Feriye Sarayı’na nakledilen padişahı öldürmeye karar vermişlerdi.

Darbecilerden Serasker Hüseyin Avni Paşa 4 Haziran 1876 sabahı, padişahın ihsan-ı şahanesi Kuzguncuk’taki yalısının bir penceresinden diğerine koşuyor, elindeki dürbünüyle karşı kıyıdaki sarayı gözlüyordu. İhtilal sabahından farklı olarak bu defa yalnızdı. Daha önceden planlandığı gibi cinayetten sonra ortalığı velveleye vermeleri söylenen hazinedar kalfaların çıkaracağı gürültü için kulağı kirişte bekliyordu.

KATİLLER İŞ BAŞINDA

Daha önceden bahçıvan kadrosuyla saraya sokulan Cezayirli Mustafa Pehlivan, Yozgatlı Pehlivan Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmed Pehlivan ile Mabeyinci Fahri Bey, saat 9.30’da padişahın odasına daldılar. Binbaşı Necip ve Ali Beyler yalın kılıç kapının iç tarafında, Reyhan ve Rakım adındaki harem ağaları da dışarıda bekliyorlardı.

Üzerindeki gece elbiseleriyle sedirde oturan padişah, hücuma geçen katilleri görünce bir an şaşalamıştı. Pehlivanlardan biri bir dizine diğeri öteki dizine çökmüş, Fahri Bey de kollarıyla arkadan sarılmıştı. Üçüncü pehlivan Yozgatlı Mustafa, Fahri Bey’in kendisine verdiği keskin bir çakıyla padişahın önce sol, sonra da sağ bileğini kesivermişti. Sultan Abdülaziz bileklerindeki derin kesiklerden kanlar fışkırırken “Aman Allah’ım!” demiş ve kendinden geçmeye başlamıştı.

Katiller odada 5 dakika kadar kalmışlardı. İşlerini şimşek hızıyla bitirmişler ve kimisi pencereden, kimisi sofadan geçerek ana kapıdan yandaki karakola kaçmışlardı. Fahri Bey’le iki harem ağası ise saray odalarına dağılmışlardı. Hüseyin Avni Paşa’nın saraydaki diğer casusları Arzıniyaz, Ebrunigâr ve Ebrukeman Kalfaların ortaya çıkıp görevlerini yapma zamanı gelmişti. Padişahın bulunduğu odaya gireceklerine müthiş bir vaveylâ kopardılar. Hatta bazı pencerelerin camlarını kırdılar. Boğaz’ın esintisi bu sesleri karşı kıyıya ulaştırdığında, Hüseyin Avni Paşa kendisini münasebetsiz bir zamanda ziyarete gelen Bursa Valisi Veliyyüddin Paşa’yı başından savmakla meşguldü.

DOKTORLARA MUAYENE ETTİRİLMİYOR

Makamına gelip gitmesi için padişahın seraskere hediyesi olan gösterişli beş çifte, 10 tane kürekçisiyle zaten harekete hazır bekliyordu. Hüseyin Avni Paşa karşı kıyıdaki çığlıkları duyar duymaz kayığa atlamış ve büyük bir hızla 10 dakikada saraya ulaşmıştı. Bu arada saklandığı yerden çıkan Fahri Bey kapıyı kırdırmış ve valide sultan ile birlikte padişahın odasına girmişlerdi. Ortadaki masanın üzerinde Yusuf suresi açık bir Kur’ân-ı kerîm duruyordu. Sultan Abdülaziz bileklerinden kanlar akan ellerini annesinin göğsüne koymuş “Allah! Allah!” diye inliyordu.

Efendilerinin durumuna yanan saray mensuplarının feryatları, rollerini oynamaya devam eden harem ağaları ve hazinedar kalfaların çıkardığı gürültülere karışmıştı. Bu arada Hüseyin Avni Paşa ve Donanma Kumandanı Arif Paşa odaya girmişlerdi. Saatler 9.45’i gösteriyordu.

Hüseyin Avni Paşa her zamanki soğukkanlılığıyla orada da yönetimi eline almıştı. Kadınları odadan çıkarmış, daha can vermemiş padişahı çağırdığı askerlerle yandaki karakol binasına taşıtıvermişti. Bu arada çevresindekilere “Sultan Aziz vefat etti. Makasla kollarını kesmiş. Şimdi doktorlar gelip rapor tutacak. Padişahımız efendimiz nereyi irade buyururlarsa oraya gömeceğiz. İşi uzatmamak lazımdır.” gibi sözler söylemeye başlamıştı bile.

Padişah, karakol binasının alt katında, kahve ocağının karşısında erlerin oturduğu minderlerin üzerine yatırılıvermişti. Bu arada Sadrazam Mütercim Rüşdü Paşa ve Midhat Paşa da karakola gelmişlerdi. Padişah can çekişirken üç paşa ve yardakçıları gelip, “Bizi azlet!” diyerek alay ediyorlardı. Sultan Abdülaziz gözlerini bunlara dikerek yürek yakıcı bir şekilde can vermişti. Hüseyin Avni Paşa bizzat kendi elleriyle pencerelerden birinin perdesini koparmış ve eski padişahın bütün vücudunu bununla örtmüş, gelen hiçbir doktora cesedi muayene ettirmemişti. Rapora imza koyan doktorlardan çok az bir kısmı sadece kesilmiş bileklerini görebilmişti.

İhtilalciler ve katiller, merhum padişahın defnedilmesini, planladıkları gibi cinayetle aynı güne sığdırmışlardı. Topkapı Sarayı’na getirilen cenaze burada yıkanmış, kefenlenmiş ve alelacele babası II. Mahmud’un Çemberlitaş’taki türbesine defnedilivermişti.