O, bir kitap yazdı. Ama biz, o kitabın içinde yüz yıllık bir halkı okuduk. Adını ezbere bildik. Şiirini kalbimize yazdık. Çünkü o, bir halkın sesiydi. Bir halkın sızısıydı. Bugün Ahmed Arif’in ölüm yıldönümü.
Sözün, suskunluktan daha çok can yaktığı bir çağda, Ahmed Arif hâlâ yaşıyor.
Bazı adamlar vardır…
Ölmeden önce ölmüş gibi yaşar.
Dizeleri yaşar, kendisi susar.
Ama sustuğu yerden bile çığlık gibidir sesi…
Ahmed Arif, bir şair değildi sadece.
O bir coğrafyaydı.
Bir Anadolu haritasıydı.
Sürgündü, hasretti, memleketti.
Bir kavganın kalemi.
Bir coğrafyanın vicdanı.
Bir halkın yüreği…
“İçerdeyim, bir mahpus gibi değil,
Bir aşk gibi tutkun,
Bir sevda gibi delice…”
Ahmed Arif… Bir Anadolu çığlığıydı.
Dicle’nin kıyısında büyüyen bir kelime ustasıydı.
O, taşın toprağın acısını şiire çevirdi.
Gözleriyle konuşan, suskunluğuyla haykıran bir adamdı.
Öyle süslü cümleler kurmazdı…
Cilalı sözcükleri sevmezdi.
Dizelerinde ne varsa, yüreğinde o vardı.
O yüzden samimiydi.
O yüzden unutulmadı.
O yüzden bugün bile hâlâ dizeleriyle yüreğimizi sızlatıyor.
“Ben yüreğimde bir şey taşıyorum
Anamın avuçlarında büyüttüğü
Kavruk, kekik kokulu, yoksul bir şey…”
Ahmed Arif’in şiiri, ezberletilmedi bize.
Kanımıza karıştı.
Annemizin ninnisi gibi içimize sindi.
Toprağa bastığımızda hissettik onu,
Bir çobanın kaval sesinde,
Bir Kürt kadının feryadında,
Bir işçinin nasır tutmuş ellerinde gördük…
Onu okuyunca, sanki Diyarbakır sokaklarında yürürsün.
Her taşın altında aşk saklıdır.
Bir damla yağmurda devrim başlar.
Çünkü onun şiiri kâğıda yazılmaz.
Kalbe yazılır.
Yalnız bir adamdı Ahmed Arif.
Ama o yalnızlık öyle sıradan bir yalnızlık değildi.
Bütün bir halkı içinde taşıyan bir yalnızlıktı.
Duru, onurlu, sessiz bir direnişti onunki.
Ben Ahmed Arif’i severim.
Dizelerini değil sadece…
Dik duruşunu,
hiçbir güce eyvallah etmeyişini,
ölümü bile dik karşılama şekline hayranım.
O yüzden ona hiç yazı yazmamıştım.
Kalem kifayetsiz kalır sanmıştım.
Ama susmak da haksızlık gibi geldi artık.
Çünkü bu ülkede,
Ahmed Arif gibi yaşayıp da
hiçbir zaman “Ahmed Arif oldum” demeyen çok az adam geçti.
Ve Leyla’sına mektuplar yazdı…
Ama o mektuplar,
Bütün mazlum coğrafyalara yazılmıştı aslında.
Sevgiden, sabırdan, beklemekten ibaretti.
Umutla karışık bir hasretti.
İçinde hem bir kadının gözyaşı,
Hem bir halkın isyanı vardı.
“Bir umudum sende,
Anlıyor musun, bir mahşer, bir yangın, bir vatan…”
Ahmed Arif bu toprakların suskun öfkesiydi.
Onu anlamayanlar,
Onu okurken sadece "aşk" zannedenler…
Yüreğinin içindeki yangını göremediler.
Onun şiirleriyle büyüdük biz.
Hasreti, aşkı, memleketi, isyanı onun dizelerinde öğrendik.
O yüzden bir ölüm yıldönümü değil bu…
Bir hatırlama günü.
Bir vefa günü.
Bir yüreğe selam durma günü.
2 Haziran…
Bir şiirin sustuğu gün.
Ama o şiir hâlâ kulaklarımızda…
Çünkü o, “Hasretinden prangalar eskiten” adamdı.
Ve biz, onun hasretini yüreğimizde taşımaya devam ediyoruz…
Ahmed Arif ölmedi.
Çünkü şiir ölmez.
İyi ki geçtin bu topraklardan Ahmed Arif.
İyi ki tek kitapla, bin kitaba bedel oldun.