Sosyal medya bize gözlerimizi değil, reflekslerimizi kullanmayı öğretti. Artık gördüğümüze inanmıyor, inanmak istediğimizi görüyoruz.

Eskiden “kulaktan dolma bilgi” vardı.

Şimdi “parmak ucuyla yalan” var.

Sosyal medya...

Bir zamanlar “özgürlük” denilince ilk akla gelen mecra.

Sansürsüz haber, doğrudan halkla iletişim,

ana akımın yazamadığını yazma cesareti…

Ama zamanla…

Hakikatin aynası olmaktan çıkıp,

hakikatin yerine geçen bir aynaya dönüştü.

Ve biz, artık yansımalara inanıyoruz.

Örneğin;

Bir siyasetçi konuşuyor.

Konuşmasının 45 dakikası kesiliyor,

2 saniyelik bir mimik sosyal medyada dönüyor.

Ardına da bir başlık: “Bakın ne yaptı!”

Videonun tamamını izleyen yok.

Kontekste bakan yok.

Ama herkes hükmünü vermiş:

“Bu adam bitmiş!”

Bir kadın paylaşım yapıyor.

Bir kıyafet giyiyor,

bir cümle kuruyor.

Tanımadığın binlerce kişi

anında linç kuyruğuna giriyor.

Gözünü kırpmadan hakaret, aşağılama, hedef gösterme…

Niye?

Çünkü sosyal medyada “vicdan” yok.

Sosyal medyada “hesap” var.

Takipçi hesabı, izlenme hesabı, reklam hesabı…

Yani artık mesele doğruyu paylaşmak değil…

Mesele:

Algı yaratmak.

Yeter ki dikkat çeksin.

Yeter ki öfke yaratsın.

Yeter ki biri çıkıp "vay be" desin.

Doğru mu, değil mi?

Kimin umurunda?

Bir fotoğraf paylaşılıyor.

İzmir’de çekilmiş, altına yazıyorlar: “Gazze’de son durum.”

Bir video paylaşılıyor.

2014’ten kalma, ama sanki dün olmuş gibi sunuluyor.

Bir siyasi figür hakkında “iddia” atılıyor.

Kaynak?

Yok.

Kanıt?

Yok.

Ama “like” var, “retweet” var, “yorumlar” uçuşuyor.

Gerçekten haber almak isteyen kalmadı.

Herkes kendi fikrine en uygun yalanı arıyor.

Onu bulunca da...

Al sana paylaş!

Yüzünü hiç görmediğiniz biri,

bir sabah

sizi hain ilan edebiliyor.

Gözünüzün içine baka baka,

kurgu bir haberle

sizden nefret ettirebiliyor.

Ve en kötüsü:

Buna inanan milyonlar oluyor.

Sanal dünyada artık:

Sahte profil gerçek insanın önünde.

Bot hesap, gazeteciden daha etkili.

Tıklanmak için kurgu videolar yapılıyor.

Kavgalar organize ediliyor.

Yalanlar “algı yönetimi” adı altında meşrulaştırılıyor.

Bugün sosyal medya, toplumsal kutuplaşmayı körüklüyor.

Siyasette “algı operasyonu” artık mitingden daha güçlü.

Televizyonlarda saatler süren tartışmalar,

tek bir tweet’le gölgeleniyor.

Seçimler sosyal medyada kazanılıyor,

itirazlar orada boğuluyor.

Bir yalan, bir montaj, bir photoshop…

Halkın aklını karıştırmaya yetiyor.

Ve bireysel hayatlar...

Daha da beter.

Sosyal medyada paylaşılan mutlu evlilikler,

çoğu zaman boşanma davasının öncesi.

Gülümseyen fotoğraflar,

ilaçlarla ayakta duran psikolojilerin maskesi.

Tatile giden değil,

tatil pozu veren “mutlu” sayılıyor.

Artık kimse gerçekleri yaşamıyor,

sadece gösteriyor.

Sosyal medya…

Bir anlamda yeni çağın vitrini.

Ama içerisi boş.

Gösterişli ama sahte.

Parlak ama kırılgan.

Ve en tehlikelisi:

Gerçekle bağımız kopuyor.

Çünkü artık herkes “fenomen.”

Herkes “editör.”

Herkes “yorumcu.”

Herkes “adalet dağıtıcısı.”

Ama kimse sorumluluk taşımıyor.

Kimse demiyor ki:

“Ya bu doğru değilse?”

O yüzden artık bir karar vermeliyiz:

Gerçeği mi arıyoruz,

yoksa sadece hoşumuza gideni mi?

Gerçek bazen acıtır.

Ama yalan her zaman boğar.

Ve unutmayalım:

Yalan en çok, inanmak isteyenlerin cebine girer.