Eskiden gazeteler sabah erkenden alınırdı…Bir simitle, bir çayla, bir de köşe yazarının yazısıyla güne başlanırdı.
Şimdi ekranı açıyorsun, biri “milli” diyor, diğeri “düşman” ... Biri alkışlıyor, öbürü yuhalıyor. Peki halk ne yapıyor? O artık kumandayı sessize alıyor.
Türkiye'de televizyonu açmak, haber okumak, gündemi takip etmek artık bir bilgelik meselesi.
Çünkü haber izlemek için değil,
taraf seçmek için açıyoruz ekranı.
Sabah haber kanalı açıyorsun…
İktidarı öven haberler.
Akşam başka kanal…
İktidarı yerin dibine sokan haberler.
Orta yok.
Ne ortası?
Yandaş mısın, muhalif misin kardeşim?
Başka seçenek sunan yok.
Halbuki habercilik bir taraf tutma mesleği değildir.
Habercilik, halk adına gözetleme işidir.
Ama bizde medya artık halkı değil, sahibini gözetliyor.
Eskiden manşetler ses getirirdi, gazeteciler de cesaretleriyle…
Şimdi?
Manşetlere değil, manşet atanların kim olduğuna bakılıyor.
Habere değil, haberin hangi taraftan geldiğine inanılıyor.
Gerçek mi? Onu sormak bile safdillik sayılıyor artık.
Eskiden bir gazetecinin kalemi vardı.
Şimdi kartviziti var:
"X kanalında yorumcu",
"Y gazetesi yazarı",
“Tarafsız gazeteci (!)”
Ama dikkat: Tarafsızsa bile, ya 'bizden' ya 'onlardan'.
Bir gün "vatan haini" ilan edilen biri, ertesi gün “cesur gazeteci” oluyor.
Yalnızca kimin yanında durduğuna göre değişiyor her şey.
Yandaş medya diye bir tabir çıktı,
yetmedi karşısına “muhalif medya” kondu.
Haberci kalmadı,
hepimiz yorumcu olduk.
Kameraman bile kadrajı seçerken “taraflı” düşünüyor artık.
Bugün ekranları açın…
Bir kanal “ülke uçuyor” derken,
Yanındaki kanal “ülke çöküyor” diyor.
Biri “emekliye müjde” diyor,
Öteki “emekli açlığa mahkûm” diye bağırıyor.
Bir kanal çıkıyor, enflasyon %70 diyor,
diğeri “ekonomi şahlanıyor” diyor.
Biri diyor “demokrasi yok”,
diğeri diyor “özgürlüğün dibine vurduk”.
Ekranda 8 kişi konuşuyor,
bir tanesi bile halkı anlatmıyor.
Artık ekrana çıkanlar halkı değil,
birbirini dinliyor.
Her akşam tartışma programlarında
"sen sus", "sen susma", "ben senin sesini bastırayım" yarışı var.
Ne bilgi var, ne çözüm var…
Ama çok ses var.
Hangisi doğru?
Hangisi yalan?
Kimse bilmiyor.
Çünkü artık bilgi değil, algı satılıyor bu ülkede.
Peki halk ne yapıyor?
Halk artık habere güvenmiyor.
Kimse inanarak izlemiyor.
“Bu kanal kimin?” diye soruyor önce.
Çünkü her haberin başında önce sahiplik kontrolü yapılmalı!
Bağımsız mı? Değil.
Tarafsız mı? Unut gitsin.
Bunu biz seçmedik.
Bizi buna alıştırdılar.
Haberi alırken sorgulayan değil,
savunmaya geçen bir topluma dönüştük.
Birine “şu yanlış” diyorsun,
hemen cevap: “Ama sizinkiler de…”
Sanki gazetecilik, mahalle kavgası.
Oysa halkın ihtiyacı olan şey şu:
Gerçek.
Çıplak, filtresiz, tarafsız gerçek.
Ama artık gerçek, reklam arası kadar kısa.
Başlık çarpıcıysa içerik ne olursa olsun.
Gazeteler manşet değil, manipülasyon basıyor.
Televizyonlar haber değil, tribün programı yayınlıyor.
Şimdi bir soru:
Bu ülkede halkın haber alma hakkı ne kadar güvenli?
Cevap çok net:
Halk, haber almıyor artık.
Halk, propaganda izliyor.
Yandaş izliyor, muhalif izliyor.
Ama halkın sesi yok.
Ve asıl sesini kaybeden,
her iki tarafın arasında sıkışıp kalan o büyük kalabalık.
Basın özgürlüğü bir gazetecilik meselesi değildir sadece.
Bu bir demokrasi meselesidir.
Çünkü gerçek özgürlük,
iktidarı da muhalefeti de aynı mercekten görebilen
dürüst gazetecilikle mümkündür.
Ve eğer bir ülkede haber,
gerçekten çok, sahibine göre değer kazanıyorsa…
Orada halk sadece izleyicidir.
Vatandaş değil.
Biz, tam ortada kalan gazeteciler…
Biz sadece işimizi yapmaya çalışanlardanız.
Ne yandaşız, ne candaş.