Eskiden bayram denince içimizi bir heyecan kaplardı. Yollara düşmeden önce hazırlıklar günlerce sürer, evler mis gibi kokularla dolardı.

Bayram sabahlarının o neşesi, kapı çalındığında "Bayramlaşmaya gelen var!" telaşı, çocukların cebine sıkıştırılan şekerler, büyüklerin elini öpme heyecanı… Bunlar, hafızamıza kazınan anılardı. Şimdiyse bayramlar, takvimde işaretlenmiş birer tatil gününden ibaret gibi geliyor.

Büyüklerimiz her bayramda, "Eskiden bayramlar başkaydı," diye başlayan cümleler kurarken, aslında yalnızca bir özlemi değil, kaybolan bir ruhu anlatıyorlar. Haklılar da. Bayramlar, giderek içi boşalmış birer ritüele dönüşüyor. Eş-dost ziyaretleri azalıyor, akrabalar birbirini aramak yerine kısa mesajlarla yetiniyor. Şehirlerin kalabalığında, insanların birbirine dokunması bile nadirleşti.

Belki de biz, bayramın manevi atmosferini kaybettikçe, onu sadece bir "dinlenme fırsatı" olarak görmeye başladık. Oysa bayramlar, sıradan bir tatilden çok daha fazlasıydı. Paylaşmanın, dayanışmanın, hatırlamanın zamanıydı. Şimdi ise her gelen bayram, bir öncekinden daha soluk, daha sönük geliyor. Belki de bu his, yalnızca büyüklerin değil, bizim de içimizde bir yerde, "Bir şeyleri yanlış mı yapıyoruz?" sorusunu uyandırıyor.

Acı olan şu ki, bu gidişat durmayacak gibi. Teknoloji, hızla akan hayatlar, şehirleşme derken, bayramların o samimi havasını geri getirmek giderek zorlaşıyor. Belki de mesele, bayramların değişmesi değil, bizim onlara yüklediğimiz anlamı yitirmemiz.

Yine de umut etmek lazım. Belki bir gün, bayramlar yeniden çocukluğumuzdaki gibi bir sevince dönüşür. Belki o zaman, büyüklerimizin "Eskiden bayramlar başkaydı" sözlerine gülümseyerek, "Ama şimdi de güzel," diyebiliriz.