Eskiden bayram geldi mi evler telaşlanır, kalpler sakinleşirdi. Şimdi evler sessiz, kalpler yorgun… Bayram geldi ama kimse farkında değil.
Ah, neredeydi o eski bayramlar?
Belki bu soruyu orta yaşta sormak için erkendir…
Ama kalbimizin bir yanı çocuk kalıyorsa, demek ki bayramı da hâlâ çocuklukta arıyoruz.
Ben artık anlamını yitirdiğim şeylerin ardından daha çok hüzün duyuyorum.
Çünkü yaşlandığım için değil, çünkü içim eskidi…
Çünkü çocukluğumda "bayram" sadece bir kelime değil, bir duyguydu.
Bir ev haliydi, bir telaştı, bir kokuydu…
Bayram, mutfağın hamur kokusuydu. Arefe günü yıkanmış yorganların güneş altında kururken bıraktığı sabunlu rüzgârdı.
Şimdi sadece takvimde bir tarih, bir tatil gibi duran bayramlar vardıysa…
Eskiden sokağa taşan bayramlar vardı.
Sabah ezanıyla uyanan değil,
heyecandan hiç uyuyamayan çocuklar vardı.
Hatırlıyorum…
Arefe günü başlardı telaş.
Annenin sabun kokulu elleri hamur yoğururdu.
Tatlılar yapılır, ikramlıklar hazırlanır,
yeni alınan bayramlıklar salondaki sehpaya dizilirdi.
Üzerine oturmak yasaktı,
"henüz denenmedi" diye.
Çocuklar sabırsızlıkla beklerdi o akşamı.
Çünkü o gece ellerine kına yakılacak,
gözlerini kıyafetlerine dikerek uyuyacaklardı.
Uykuları derin değildi;
kalkıp kalkıp kınaları bozulmuş mu diye kontrol eden minicik ellerdi onlar.
Sabah olduğunda,
güneş doğmadan yataktan fırlanırdı.
Toprak avluda, duvar dibine oturulur,
bir ibrik suyla bayram temizliği yapılırdı.
Babalar camiye giderdi bayram namazına.
Anneler mutfakta kahvaltı sofrasını kurarken,
çocuklar kapı önünü süpürürdü.
Süpürürken bile düşünülürdü:
“Bu bayram köyün neresinden başlasak, şeker toplamaya? en çok şekeri kim verir?”
Kapılar çalınırdı bayram sabahı.
“Biz geldik” denmezdi,
“el öpmeye geldik” denirdi.
Ve öylece kalpler yumuşardı.
Ama şimdi?
Şimdi bayramlar da şehirleşti.
Sessiz.
Yalnız.
Ekran başında.
“Story”lerde kutlanan,
“whatsapp” mesajıyla geçiştirilen bayramlar.
Çocuklar bayramı değil, tableti bekliyor.
Evler o eski sabun kokusunu unuttu.
Komşular birbirinin adını bilmez oldu.
Bayramlık ayakkabılar hâlâ kutusunda.
Çünkü sokağa çıkmak eskisi kadar güven vermiyor.
Kurban, paylaşmaktı.
Hisseni bilmediğin birine vermekti.
Yüzünü görmediğin bir çocuğu güldürmekti.
Şimdi?
“Kredi kartına üç taksit kurbanlık” yazıyor ilanlarda.
“Sanal kesim, online video” diyor reklamlar.
İşin ruhu değil, kârı konuşuluyor.
Ve ne acıdır…
Kurban Bayramı’nda kurban, sadece hayvan olmuyor artık.
Zaman kurban.
Duygu kurban.
Kardeşlik kurban.
Huzur…
En büyük kurban o.
Ama yine de…
İnsanın yüreğinde bir umut var.
Hâlâ içimizde bir çocuk var.
O hâlâ inanıyor.
Hâlâ bekliyor.
Bir büyüğünün elini öpmek için sabırsızlanıyor.
Bir avuç şeker için gülümseyebiliyor.
Ve iyi ki var o çocuk…
İşte bayram bu yüzden var.
Unutmamak için.
Hatırlamak için.
Birbirimizi yeniden görmek, yeniden duymak,
yeniden “iyi ki varsın” diyebilmek için.
Kurban Bayramı’nın, başta yüreği kırık olanlara, geçmişi özleyenlere, annelerin kınaladığı çocuklara, herkese sağlık, huzur,
ve biraz eski bayram tadı getirmesini diliyorum.
Bayramınız kutlu olsun.