Bu hafta, bu ülkenin kader defterine bir not daha düşüldü. Kırk yılı aşkın süredir binlerce insanın hayatını kaybettiği, nice annenin yüreğini yakan, asker, polis, sivil, çocuk, genç demeden can alan bir karanlık yapı; PKK, kendisini feshettiğini açıkladı.

Şimdi devletin, siyasetin, toplumun barışı büyütme zamanı.

Bu süreç, Abdullah Öcalan'ın İmralı'dan yaptığı çağrıyla başladı.  Şubat ayında yaptığı açıklamada, örgütün silah bırakması ve feshedilmesi gerektiğini belirtti.  Bu çağrı, PKK'nın 12. Kongresi'nde değerlendirildi ve sonunda örgütün feshi kararı alındı. 

Ancak bu kararın uygulanması, sadece bir açıklamayla sınırlı kalmamalı.  Silahların gerçekten bırakılması, örgütün tüm uzantılarının faaliyetlerine son vermesi ve demokratik siyasetin önünün açılması gerekiyor.  AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, bu kararın tüm PKK bağlantılı yapıları kapsaması gerektiğini vurguladı. 

Bu gelişme, Türkiye'nin demokratikleşme süreci için de bir fırsat olabilir.  Ancak bu fırsatın değerlendirilmesi, sadece siyasi iradeyle değil, aynı zamanda toplumun tüm kesimlerinin katkısıyla mümkün olacaktır.

Bu ülkenin doğusunda ayakkabısını kapıya ters koyup dua eden anaların gözleri geldi gözümün önüne.

Çocuklarının arkasından kokusunu içine çeke çeke uğurlayan binlerce baba…

Ve yıllardır silah sesiyle uyanan nice şehir…Şimdi, ilk kez, o sesin yerini umut alabilir. Bu karar, sadece bir silah bırakma değil.

Aynı zamanda bir dönemin kapandığı, başka bir dönemin başladığı bir kırılma anı. Çünkü silahların sustuğu yerde artık “demokratik taleplerin sesi” duyulur.

İtirazlar, çatışma ile değil; fikirle, meclisle, hukukla yapılır. Olması gereken budur.

Gerçekçilik, şu anda halkın neye ihtiyaç duyduğunda saklı:

Barışa, huzura, ekonomik nefese, demokratik güvene...Bu, kim ne derse desin, hangi siyasi görüşten olursanız olun, nerede yaşıyor, kime oy veriyor olursanız olun...

Türkiye için tarihi bir adımdır. Barışı savunmak taraf olmak değildir. İnsan kalabilmektir. Kardeşliği savunmak inkâr değil, birlikte yaşama iradesidir.

Bakın, bu mesele sadece doğuda yaşayanları ilgilendirmiyor. Bu, hepimizin ortak hikâyesi. Çünkü terörün faturası sadece cenaze haberleriyle ödenmiyor.

Aynı zamanda kayıp yıllarla, durdurulmuş kalkınmayla, bölünmüş toplumla, ertelenmiş yarınlarla ödeniyor. Barışın gelmesi demek; ekonominin rahatlaması demek,

gençlerin geleceğe inancı artacak demek, ülkenin enerjisini çatışmaya değil üretime harcaması demek.

Şimdi bazıları çıkıp diyecek ki:

“Bu bir oyun, bu bir taktik, bunlara güven olmaz.”Olsun. Barışın da bir taktiği varsa, varsın olsun. Yeter ki kan akmasın. Yeter ki bir çocuk daha tabutla defnedilmesin.

Bu ülkede bir gün bile terör saldırısı yaşanmıyorsa, bir gün bile bir asker ocağa düşmüyorsa, bir gün bile bayrağa sarılı tabut çıkmıyorsa...

İnanın, o gün bir devlet zaferi yazılmıştır.

Evet, bu bir başlangıç. Zor olacak, sancılı olacak. Ama her barış böyle başlar. Barış, çatışmayla değil; kararlılıkla korunur. Güç gösterisiyle değil; adaletle büyür.

Yüzleşmeyle değil; birlikte yürümekle ilerler.

Tarihe not düşüyorum:

52 yıllık silahlı mücadele, bugün yerini siyasete bırakıyor.

Ve bu topraklara artık en çok barış yakışıyor.

Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti’nin birliği ve bütünlüğü.

Yaşasın kardeşlik.

Yaşasın barış.