İstanbul’a döndüğümde ilk hissettiğim şey; özgürce yürüyen, gülen, konuşan kadınların arasında olmak oldu. Çünkü bu ülkede kadın yürüyorsa, Cumhuriyet yürüyor demektir.
İki günlüğüne Irak’taydım.
Bağdat’a, oradan da Babil’e…
Bir iş için gitmiştim; sosyal medya, PR çalışması, hastane temsili derken hızlı ve yoğun bir programdı.
Ama asıl gözlemim, iş toplantı salonlarında değil, sokak aralarında oldu.
Bir noktada fark ettim…
Kadın yoktu.
Ne sokakta, ne markette, ne bir kafede, ne de alışveriş merkezinde…
Varsa da gözüm ıskalamış değil; toplum onları ıskalamış.
Babil’de kadın olmak...
Sanki pencerenin arkasındaki gölge olmak.
Sanki yaşamak ama görünmemek.
Sanki sesin var ama kelimen yok gibi.
Kadının toplumdaki yeri, sosyal hayatı, gülüşü, kahkahası, hatta varlığı bile “görülmemesi” gereken bir şeymiş gibi.
Sanki kadının adı orada hâlâ konmamış.
Ve o an içimden bir şey aktı.
Bir minnet duygusu.
Bu topraklarda doğduğum için, bu Cumhuriyet’in içinde büyüdüğüm için,
ve adım gibi var olabildiğim için…
Çünkü biz Atatürk’ün kızlarıyız.
Kadını sadece anne yapan değil, birey yapan bir anlayışın mirasçılarıyız.
Seçme ve seçilme hakkını Avrupa’daki birçok ülkeden önce almış kadınların ülkesinde yaşıyoruz.
Kız çocuklarının kitaplara, kalemlere, mesleklere uzanabildiği bir coğrafyadayız.
Irak’ta bir kadın çocuk yaşta evlendirilebiliyor.
Bizde ise bir kız çocuğu yıldızlara mühendis olabiliyor.
Onlar sessizliğe gömülmüşken,
bizim kadınlarımız şiir yazıyor, yargıçlık yapıyor, belediye başkanı oluyor.
Ben bu yazıyı, 19 Mayıs haftasında yazıyorum.
Yani Mustafa Kemal’in, Samsun’a “bağımsızlık” için değil, gelecek için yürüdüğü haftada.
Ve o gelecek içinde, kadın hep vardı.
Cephede hemşireydi, okulda öğretmendi, tarlada üretendi, masada karar verendi.
Ve şimdi biz, hâlâ aynı geleceğin içinde yürüyebiliyorsak,
bu Cumhuriyet’in kadınlara açtığı yollardandır.
Irak’tan döndüğümde,
bir sabah İstanbul’da yürürken kafede kahkaha atan bir genç kadını dinledim uzaktan.
Ve dedim ki:
“İşte fark burada.”
Gülüş serbest bizde.
Soru sormak serbest.
İtiraz etmek, üretmek, seçmek, seçilmek serbest.
Ve bu “serbestlik”, bize gökten inmedi.
Bir adam vardı…
“Kadınlar omuz omuza yürümeden bir ülke kalkınamaz,” dedi.
Adı Mustafa Kemal Atatürk’tü.
İşte şimdi Irak’tan dönen bir kadın gazeteci olarak diyorum ki:
Her ne kadar eksikliklerimiz olsa da, Atatürk'ün Cumhuriyetle birlikte kadınlara tanıdığı haklar, bugün bizi birçok ülkeden farklı kılıyor.
Bu ülkede hâlâ eşitlik için yürünecek çok yol var.
Ama en azından o yolda yürüme hakkımız var.
Babil’de kadın pencere arkasında dururken,
bizim kadınlarımız, kendi hikâyesinin başrolü olabiliyor.
Ve bu, küçümsenecek bir kazanım değildir.
Bu, Cumhuriyet’in susmayan sesidir.