Birkaç haftadır İstanbul dışındaydım. Döner dönmez Pazar günümü Esenyurt’ta geçirdim.

DEM Parti Esenyurt İlçe Başkanlığı’nın düzenlediği programlar, sabah iş insanlarıyla yapılan kahvaltıdan, öğleden sonra “Dengbêjler Barışı Konuşuyor” etkinliğine uzandı.

İlçenin kalabalığında barışın sesi, halaylarla ve stranlarla yükseldi.

Sabah erkenden DEM Parti Esenyurt İlçe Başkanlığı’nın kahvaltısında iş insanlarıyla bir araya gelindi. DEM Parti Grup Başkan Vekili ve Kars Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, mecliste kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” hakkında bilgi verdi. İş dünyasına seslenerek barış sürecinin toplumsal karşılığını anlattı. Kahvaltı masasında konuşulanlar, aslında geleceğe dair bir yol haritası gibiydi.

Öğleden sonra ise bambaşka bir atmosfer vardı. Esenyurt, bu kez bir düğün salonunda çalan sazın, söylenen stranın ve yükselen barış sloganlarının sesine ev sahipliği yaptı.

“Dengbêjler Barışı Konuşuyor” etkinliği için salon dolmuştu. Kürt kültürünün hafızası olan dengbêjler sahneye çıktığında, barışın yalnızca siyasetçilerle değil; şarkılarla, ağıtlarla, hikâyelerle de konuşulduğunu gördük.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan da salondaydı. “Cumhuriyet kurulduktan sonra hafızamız yasaklandı ama dengbêjler buna izin vermedi” dedi.

Gerçekten de dengbêjler, Şakiro’dan Meryem Xan’a kadar kaybolmuş geleceğin melodilerini taşımaya devam ettiler; salonun her köşesinde bu mirasın ağırlığı hissediliyordu.

Söz alan Dengbêj Mihemedê Serhedî ise “Asimilasyon sürecine dengbêjler direnerek cevap verdiler… Dillerini, tarihlerini, masallarını bugüne taşıdılar” dedi. Bu sözler yalnızca bir tarih dersi değil; bugün için de bir direniş çağrısıydı.

O an salondaki yüzlere baktım; yılların biriktirdiği o sessiz direnişi gözlerden okumak mümkündü.

Barışın sadece siyasetin diliyle değil, kültürün hafızasıyla da yaşatıldığını bir kez daha gördük.

Barış kelimesi siyasette çok sık kullanılır; ama çoğu zaman içi boşaltılmış bir slogandan ibaret kalır. O salonda ise barış, bir ezgiydi, bir halaydı, bir zılgıttı.

Kürsüden inen sözler, sahneden yükselen stranlarla birleşince kafamda tek bir soru dolaşmaya başladı: “Biz bu ülkenin gerçek fotoğrafına hep beraber bakabilecek miyiz?”

Esenyurt, Türkiye’nin en büyük ilçesi. Nüfusu birçok ili geride bırakıyor.

Türkiye’nin adeta aynası gibi…

Kimi zaman sert, kimi zaman duygusal, kimi zaman da umut dolu bir ilçe.

Esenyurt yalnızca nüfusuyla değil, barışa dair verilen mesajların da merkezi oldu. Kayyumla yönetilen bir ilçede barışın sesinin yükselmesi elbette tesadüf sayılamaz.

Sanki bir mesaj verilmek isteniyor: Barış, en çok susturulmak istenen yerde daha gür çıkıyor.

Arada kendime “Neden Esenyurt?” diye sormadım değil.

Kayyum atanan bir ilçede barışın en canlı sesi, bu kez dengbêjlerin ağzında yankılandı.

Esenyurt’un kalabalığına bu sefer sanat değil; derin bir hafıza, güçlü bir mücadele ve içten bir barış dili ulaşmak istedi.

Son söz: Dengbêjler susturulamaz. Anadolu’nun yakılıp kül olmuş hafızasını, onlar sazlı sözlü dirilişle yeniden yeşertiyor. Esenyurt’ta bu kez barışın, belleğin ve direncin bir sembolü inşa edildi.

Pazar günüm böyle geçti. Kahvaltıdan barış şarkılarına uzanan bir gün. Yorucuydu belki ama bir o kadar da öğreticiydi. Bir gazeteci için değil sadece, bir insan için de. Çünkü barışı anlatmak kolay; ama barışın sesini duymak için sahiden orada olmak, yan yana oturmak, aynı türküyü dinlemek gerekiyor.