Son günlerde ülkenin dört bir yanını kavuran orman yangınlarına bakınca içim acıyor. Haziran ayının yarısından bu yana 203 yangın çıktı,
385 hektar orman kül oldu; 2025 başından beri toplamda 687 hektar, yani 0,000687 km² (!) ormanımız yandı.
Bu kâbus, geçen yılın başına kıyasla daha az gibi görünse de; dumanın içinde küresel ısınmanın karanlık yüzünü görmemek mümkün mü?
Daha haziran bitmeden memleketin dört bir yanı tutuştu.
İzmir yanıyor... Manisa yanıyor... Bodrum yanıyor... Biz yine yanıyoruz!
Alevler sadece ormanları değil, vicdanlarımızı da yakıyor.
Oysa daha geçen yaz “bir daha asla” demiştik, hatırlıyor musun?
Hani Manavgat günlerce tutuşmuştu, Marmaris kıpkırmızıydı.
Koca koca çam ağaçları, içindeki sincapları, kaplumbağalarıyla birlikte kavrulmuştu.
İnsanlar evlerinden kaçarken ellerinde sadece birkaç fotoğraf karesi kalmıştı.
Yangın söndü, acı küllenmedi.
Bu yaz da daha başlarken aynı kabusu yeniden görüyoruz.
Hani derler ya “ateş düştüğü yeri yakar” diye…
Bu yangın memleketin her yerine düştü kardeşim, nefesimize düştü, ciğerimize düştü.
Peki bu yangınlar neden çıkıyor?
Kimileri sigara izmaritinden diyor, kimileri elektrik hatlarından.
Kundak diyen de var, ihmaller zinciri diyen de.
Ben size söyleyeyim…
Bu yangınlar biraz da vicdan eksikliğinden çıkıyor.
İnsan dediğin, bastığı toprağı sever.
Gölgesine sığındığı ağacı sever.
Bir ağacı keserken bile helallik ister atalarımız.
Biz ne yaptık?
Ormana villalar kondurduk.
Sit alanlarını imara açtık.
Orman yolları yaptık, yol kenarına mangal yerleri kurduk.
Sonra “neden tutuştu bu orman?” diye soruyoruz saf saf…
Orman sadece ağaç mıdır sanıyorsun?
O ormanda tilki var, tavşan var, yılan var, domuz var, kuş var.
Hepsi bu sıcakta kaçacak delik arıyor.
Küçücük serçeler ne yapsın?
Kanat çırpıp dumandan kaçamayan kaplumbağa ne yapsın?
Kökleriyle hayata tutunmuş, 50 yıllık çam ne yapsın?
Ağaç dediğin gölge olur, su olur, yağmur olur.
Senin balkonundaki fesleğenin bile ormandan aldığı nefesle büyür.
Orman olmazsa ne çiftçinin tarlası kalır, ne balıkçının gölü.
Bir de çıkıp “aman canım, nasıl olsa yerine yenisi dikilir” diyenler var.
Sanki fabrikada masa sandalye üretiyoruz!
Orman dediğin öyle 2 senede yetişmez ki…
50 yılda, 100 yılda kendini bulur.
Yanan bir ağacı yerine koymak mümkün mü?
İçinde büyüyen hayatı geri getirmek mümkün mü?
Devletimiz tabii ki uğraşıyor, helikopter gönderiyor, arazöz gönderiyor.
Ama asıl mesele yangın çıktıktan sonra değil, çıkmadan önce ne yaptığın.
Orman köylüsünü eğittin mi?
Elektrik direklerini kontrol ettin mi?
Anız yakana göz mü yumdun?
Bu topraklarda bin yıllardır “orman” vardı.
Ama biz 20 yılda ne hale getirdik…
Kendi ellerimizle ciğerlerimizi ateşe verdik.
Sonra dönüp kader diyoruz.
Kader değil kardeşim, bu göz göre göre işlenen bir cinayet!
Siz bakmayın bana böyle hiddetle yazıyorum diye.
Kalbimden duman tütüyor, ondan.
Çünkü bu memleketin en büyük zenginliği petrolü, altını değil…
Bir dalında bin can taşıyan ormanlarıydı.
Onu da koruyamadık ya…
İşte en çok bu koyuyor insana.
Kül kokan bir memlekette, nefesimiz boğazımıza takılmadan yaşayacağımız günler gelsin diye dua ediyorum.
Dualarla kalmayalım, gözümüz gibi bakalım bu toprağa, bu ağaca.
Çünkü orman yanarsa sadece ağaçlar değil, biz de yok oluruz.