Daha önce defalarca yazdım. Kadının siyasetteki yerini, önemini, yokluğunu…Ama geçenlerde CHP’nin İstanbul kongrelerinde listelere baktım. 39 ilçede sadece 3 kadın ilçe başkanı var. Üç!
İstanbul gibi bir şehirde, üç kadın...
Bu tablo sadece CHP’nin değil, tüm partilerin aynası.
AK Parti’ye bakıyorum… İstanbul’da 39 ilçenin 39’unda da erkek başkan.
Tek bir kadın bile yok!
Hadi ilçe başkanlıklarından geçtim, ilçe yönetim kurullarında bile yeterli sayıda kadın yok.
Bu mudur eşit temsil? Bu mudur kadın kotası?
Partiler tüzüklerinde “kadın kotası” diyor.
Var ama vitrinde var. Kağıt üstünde var. Sandalyede yok.
Sahada kadınlar çalışıyor.
Broşür dağıtıyor. Kapı kapı geziyor.
Seçim kampanyasında sabahlıyor.
Ama sandıklar açılınca ortadan kayboluyorlar.
Sonra sahneye partinin genel başkanları çıkıyor.
Elini havaya kaldırıyor.
Kürsüde coşkuyla haykırıyor:
“Kadın, kadın, kadın!”
Salondan alkış kopuyor.
Ama ertesi gün listeler açıklanıyor…
Kadın yok. İşte Türk siyaseti tam da bu.
Söylemde kadın var, uygulamada yok.
Fotoğrafta kadın var, kararda yok.
Pankartta kadın var, protokolde yok.
Kadın kollarında varsın…
Kadın olarak sahnedesin… Ama masada yoksun.
Belediyelerde de aynı tablo.
Kadın belediye başkanları sayısı neredeyse yok denecek kadar az.
Kadın başkan yardımcısı varsa, ona da sadece “kadın ve aile işleri”, “kreşler”, “sosyal hizmetler” bağlanıyor.
Yani kadınsan, “kadın işlerinden” sorumlusun.
Fen işleri, mali işler, imar, ulaşım gibi teknik birimler?
Onlar erkek işi tabii(!)
Partilerin genel merkez yönetimlerinde de tablo değişmiyor.
Kadın varsa, o da genellikle “sosyal politikalardan” sorumlu genel başkan yardımcısı.
Ya da “kadın kolları” başkanı.
Peki neden bir teşkilat başkanı kadın değil? Neden seçim işlerini bir kadın yürütmüyor?
Neden stratejiyi, örgütlenmeyi, finansı yöneten kadınlar yok?
Cevap basit. Erkekler paylaşmayı sevmiyor.
Gücü paylaşmıyor, yetkiyi paylaşmıyor, koltuğu paylaşmıyor.
Bakanlıklarda da tablo aynı.
Yıllardır “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı” hep kadın.
Ama Savunma, İçişleri, Dışişleri, Maliye… Hep erkek.
Sanki kadın sadece şefkati temsil eder.
Aklı, liyakati, disiplini temsil edemezmiş gibi!
Ve burada devreye giriyor o meşhur “Cam Tavan Sendromu.”
Kadınlar siyasette yukarıya doğru çıkıyor, ama görünmeyen bir duvara çarpıyorlar.
O duvar ne yasada var, ne yönetmelikte.
O duvar, erkek egemen zihniyetin duvarı.
Kırılmayan cam tavan…
Kadınlar o tavana çarpa çarpa, yaralanarak, sessizce geri çekiliyor.
Oysa Atatürk, bundan doksan yıl önce kadına sadece “yer” değil, “değer” verdi.
Seçme hakkını da, seçilme hakkını da verdi.
Kadını toplumun merkezine koydu.
Kadınların mecliste olduğu bir Cumhuriyet hayal etti.
Bugün o vizyonun çok uzağındayız.
Atatürk’ün “çağdaş kadın” ideali, bugünün “kadın kolları”na hapsedildi.
Kadın hâlâ siyasetin süsü. Broşürde fotoğraf, mitingde figür.
Ama kararın, yönün, iradenin dışında.
Oysa kadın siyasette olursa, vicdan olur, denge olur, adalet olur.
Kadın olmadan demokrasi olmaz.
Kadın olmadan umut olmaz.
Kadın varsa ülke tamamdır. Kadın yoksa, ülke eksiktir.
Ve bugün Türk siyaseti eksiktir.
Çünkü hâlâ bir erkekler kulübüdür.