Soğuk bir pazar sabahı…Hani artık kışın kapıdan içeri süzüldüğü, yalancı baharların usulca çekildiği günlerden biri…

Hava gri.

Yağmur ince ince, usul usul…

Sokağın sesi kısık.

Camdan dışarı bakınca insanın içine çöken bir serinlik var.

Üşüten değil… Düşündüren bir serinlik.

Tam böyle bir günde, Schopenhauer’ın o ünlü benzetmesi aklıma düşer hep:

Soğukta birbirine sokulan kirpiler…

Isınmak için yaklaşırlar.

Fazla yaklaşınca dikenler batar.

Geri çekilirler, bu kez üşürler.

Sonunda bir mesafe bulurlar.

Ne can acıtır, ne üşütür.

Ve filozof der ki:

“İnsan ilişkileri de böyledir.”

Aslında hayatın en büyük şifası tam da buradadır:

Kime ne kadar yaklaşacağını bilmek.

Hayatın en büyük sınavı da burada başlıyor zaten.

Biz o mesafeyi bir türlü tutturamıyoruz.

Ya fazla yaklaşıyoruz insanlara…

Her derdine koşuyoruz.

Her isteğini görev biliyoruz.

Kendi zamanımızdan, kendi ruhumuzdan çalıyoruz.

Ya da tam tersi…

Bir kırıldık mı, duvarları örüp herkesi dışarıda bırakıyoruz.

Ya çok yakın… Ya çok uzak.

Orta yolu kim öğretecek bize?

En sevdiklerimizden bile incindiğimiz zamanları düşün…

Aile, arkadaş, sevgili, iş…

Yakınlık arttıkça beklentiler büyüyor.

Beklenti büyüdükçe hayal kırıklıkları çoğalıyor.

Kimi insan var, yanına sokuldukça zehirliyor seni.

Kimi insan var, uzak durdukça daha iyi anlıyorsun kıymetini.

İşte o yüzden mesafe dediğimiz şey, ilişkilerin en doğru ayarı.

Doğru ayar, ruhun kendi kendini iyileştirdiği yerdir.

Ama kabul edelim…

Biz en çok “ayarı kaçan” nesiliz.

Sosyal medyanın kirpileri olduk mesela.

Takip ediyoruz.

Beğeniyoruz.

Mesaj atıyoruz.

Ama gerçekten iletişim kurmuyoruz.

Yakınmış gibi…

Aslında çok uzak.

Yan yana oturup, birbirimizin telefonundaki hayatları izliyoruz.

Peki sorun nerede?

Sınırda.

Koyamadığımız o çizgide.

İyi niyetli insanların en büyük yarası şudur:

Herkesi memnun etmeye çalışırken kendini unutması.

“Beni kırmasınlar” diye diye kendini kırdırması.

Bir gün uyanıp “Ben niye bu kadar yoruldum?” diye kendi kendine hesap vermesi.

Oysa bilsek ki…

Mesafe, çoğu zaman iyileştirir.

İnsanı onaran şey bazen bir adım geri çekilmektir.

Sınır koymak bencillik değildir.

Tam tersine, hem kendine hem karşındakine duyulan saygıdır.

“Buraya kadar” diyebilmek,

“Benim de sınırım var” diyebilmek,

“Her şeyi üstlenemem” diyebilmek çok kıymetlidir.

Mesafe insanı küçültmez.

Tam tersi, korur.

Kalbini korur, emeğini korur, zamanını korur.

Sonunda ne olur biliyor musun?

Sınır koyduğunda talepkâr olanlar uzaklaşır.

Çünkü senden artık bedava enerji çekemezler.

Gerçekten sevenler ise kalır.

Çünkü senin çizgine saygı duyarlar.

“Onun da bir hayatı var” derler.

Kirpilerin bulduğu mesafeyi, sen de bulmuş olursun.

Ne üşürsün…

Ne canın yanar.

Ve evet…

Biraz mesafe, bazen en büyük şifadır.

Bu soğuk pazar günü, camın buğusuna adını yazdığın insanların gerçekten yanında olup olmadığına bir daha bak bence.

Yakınlığı içini ısıtanlar mı çoğunlukta, yoksa dikenini sana batıranlar mı?

Bazen sadece bir adım geri çekilmek, kırgınlıkları da yorgunlukları da temizler.

Mesafe bazen küslük değil, kendine verdiğin en büyük iyiliktir.

Yeni yıla yaklaşırken…

Kalbini yoranları değil, içini ısıtanları yanına al.

Herkese, kalbini üşütmeyen ilişkilerle dolu huzurlu bir pazar diliyorum.