Uçakta bir milletvekiliyle Boğaziçili bir genç kız yan yana oturmuş. Vekil, klasik özgüveniyle söze girmiş: “Ben milletvekiliyim, uzun yol... Biraz sohbet edelim mi? Belki benden bir şeyler öğrenirsin.”
Kız başını kitaptan kaldırmış, gülümsemiş:
“Ne hakkında konuşacağız peki Sayın Vekilim?”
Vekil gururlu:
“Her şey! Küresel ısınma, çevre, ekonomi, dış politika, kadın-erkek eşitliği…”
Kız sakin.
“Güzel,” demiş, “ama önce küçük bir sorum var.”
“Buyur,” demiş vekil, rahat bir edayla.
“Bir eşek, bir inek, bir keçi… Üçü de otla beslenir, değil mi?”
“Evet,” demiş vekil, “otla.”
“Peki neden biri kestane rengi, biri kayısı gibi, biri de zeytin gibi dışkılar?”
Vekil şaşırmış. “Bilmiyorum,” demiş.
Kız kitabını kapatmış, göz teması kurmuş:
“İşte Sayın Vekilim, siz hiçbir şeyi bilmeden konuşuyorsunuz.
Sonra da ülke yönetiyorsunuz.”
Türkiye’de siyaset tam da bu uçak sohbetine dönüştü.
Bilgisi yok ama fikri var. Sorgulaması yok ama sözü bol.
Sadece koltuk var.
Bugün siyaset, fikir değil koltuk yarışıdır.
Anlamadan konuşan, bilmeden yöneten bir kitle...
Cahillik + Makam = Felaket.
Bu kadar basit bir denklem.
Bugün o felaketin tam ortasındayız.
Eğitimsiz, vizyonsuz, donanımsız insanlar karar mercii.
Bir köy derneğine başkan olamayacak kişiler “sayın vekilim” diye anılıyor.
Ve biz bu tabloya alkış tutuyoruz. Bu ayıpla yaşamaya devam ediyoruz.
Çünkü; biz sorgulamaktan korkar hale geldik.
Güce tapan, itaatkâr bir toplum olduk.
Paraya, makama, şöhrete…
“Yanlış” diyeni susturuyoruz, “doğru”yu unutturuyoruz.
Vicdan değil, menfaat belirliyor safımızı.
Doğruyu değil, güçlü olanı seçiyoruz.
Sonra da her seçimden sonra aynı soruyu soruyoruz:
“Niye değişmiyor bu ülke?”
Cevap basit. Biz değişmiyoruz da ondan.
Siyasetin kalitesi, toplumun kalitesinin aynasıdır.
Bir millet, bilgisizliğe itaat etmeye devam ettikçe, bilgili olanlar hep kenarda kalır.
Parti fark etmiyor.
İktidarıyla muhalefetiyle, aynı ezberin içindeler.
Siyaset, aklın değil; sadakatin alanı oldu.
Bilgi değil, itaatkarlık terfi ettiriyor insanı.
Sorgulayan değil, susan ödüllendiriliyor.
Sonra da çıkıp konuşuyorlar:
“Ekonomi iyiye gidiyor.”
“Gençler umutlu.”
“Kadınlar güvende.”
Gerçeği soran olursa? “Hain” deniliyor.
“Karamsar.” “Ülkesini sevmiyor.”
Oysa ülkesini seven, yanlışın karşısında duran kişidir.
Gerçeği söyleyen, koltuk peşinde koşmayan kişidir.
Ama biz ne yaptık?
Alkışlamayı bilgi sanan, sloganı fikir zanneden bir siyaseti büyüttük.
Bugün ülkenin en büyük sorunu ekonomi değil, adalet değil.
Gerçek sorun eğitim.
Sorun, liyakatsizlik.
Sorun, bilgisizliğin sistemleşmesi.
Sorun, cahilliğin makamla el ele vermesi.
Bir toplumda cahil konuşur, bilen susarsa…
O toplumun sonu, işte tam da böyle olur.
Cahillik + Makam = Felaket.
Bir milletin kaderi, artık o uçaktaki diyalog kadar basit:
“Ne konuşacağız Sayın Vekilim?”
“Her şeyi...”
Ama hiçbir şey bilmeden.