Hayallerimizi dört duvara, umutlarımızı kredi taksitlerine hapsettik; dünyayı hâlâ televizyondan izliyoruz. Avrupalı 30 metrekarelik bir dairede yaşar...Ama bütün dünyayı gezer

Sadece ülkeleri değil, fikirleri, kültürleri, insanların gözlerini gezer.

Vizyonu genişler, ufku büyür.

Bizim evler maşallah yayla gibi…

Salon, misafir odası, oturma odası, yatak odası, çocuk odası, ikinci çocuk olursa bir oda daha, üstüne balkon, hatta varsa kiler, depo, kömürlük…

Ama çoğumuz bırak dünyayı, kendi ülkemizi bile gezmemişiz.

Aynı mahallede, aynı sokakta, aynı kahvehanede, aynı dükkânda, aynı dedikoduda ömür çürütüyoruz.

En büyük hayalimiz?

Mobilyalarımızı yenilemek.

Yeni yatak odası takımı, daha şık bir yemek masası, belki televizyon ünitesi.

Bir de arabamız…

Cep telefonumuz…

Onlar da bir üst modele terfi etsin.

Dünya?

Dünya hep ekranın içinde, başkalarının hayatlarında.

Instagram story’sinde, YouTube vlog’unda, Netflix dizisinde.

Düşünüyorum da…

Sizin hiç her şeyini satıp savıp dünyayı gezmeye çıkan bir tanıdığınız oldu mu?

Benim olmadı.

Hadi her şeyi geçtim, yılbaşı büyük ikramiye çekilişleri var ya…

Sokak röportajlarını bir izleyin.

Muhabir mikrofon uzatıyor:

“Büyük ikramiye size çıksa ne yaparsınız?”

Cevap belli:

— Daha büyük bir ev alırım…

— Son model bir cip çekerim…

— Kredi kartlarını kapatırım…

— Çocuklara da birer daire alırız…

Bir kişi de çıkıp demiyor ki:

“Parayı alır, önce Asya’yı, sonra Afrika’yı, sonra Güney Amerika’yı, sonra kuzey kutbunu gezerim. Her yeri görürüm, hayatı tanırım.”

Çünkü biz hayal kurmayı bile bilmiyoruz.

Bizim hayallerimiz dört duvar arasında.

Kendi yarattığımız konforlu hapishanelerimizde.

Bir yerden bir yere gitsek bile yine o dört duvar.

Yazlık.

Kışlık.

Kayınvalideden kalan daire.

Teyzeden kalan yazlık.

Bir tapu daha.

Bir tapu daha.

Bütün mesele bu aslında…

Biz çocukken bile hayal kurmaya kalksak, başımıza icat çıkarma derlerdi.

“Boş hayal kurma, ayağını yorganına göre uzat.”

Sonra ne oldu?

Büyüdük.

Hiç çılgınlık yapmadan.

Aynı bankaya kredi taksiti ödeyerek.

Aynı sokakta market poşeti taşıyarak.

Aynı bakkaldan veresiye yazdırarak.

Sonra çocuklarımıza devrettik.

Onlar da ayağını yorganına göre uzatmayı öğrendi.

Arada bir “bir gün gideceğiz” deriz.

Ama o bir gün hiç gelmez.

Çünkü o gün, önce şu krediler bitsin, şu araba satılsın, şu evi kiraya verelim, şu çocuk da işe girsin, şu düğün yapılsın, derken…

Hayat geçmiş olur.

Ve biz o koskoca salonlarda, mobilyalarımızın içinde, geniş ekran televizyonumuzun karşısında…

Başka insanların dünyalarını izleyerek,

Kendi konforlu hapishanemizde sessizce yaşlanırız.

Ve biz buna hâlâ “çok şükür halimize” diyoruz…