Cehennemde her millet için ayrı ayrı kaynayan kazanlar varmış. Her kazanın başında da bir zebani…
Ne olur ne olmaz diye.
Kafasını çıkaranı, kafasına vurup tekrar aşağı ittirmek için.
Bir tek bizim milletin kaynadığı kazanın başında zebani yokmuş.
Merak edip sormuşlar:
“Bu milletin kazanın başında neden zebani yok?”
Cevap netmiş:
“Gerek yok…
İçlerinden biri başını çıkaracak olsa, diğerleri zaten paçasından tutup aşağı çekiyor.”
Gülüyorsunuz değil mi?
İçimize sinen bir gülme bu.
Çünkü tanıdık. Çünkü acı.
Biz bu hikâyeyi yıllardır gülerek anlatıyoruz.
Ama aslında gülmemiz, gerçeği kabullenişimizden.
Çünkü bu sadece bir fıkra değil; her gün yaşadığımız bir toplumsal sendrom.
Bizim meselemiz cehennem değil aslında.
Biz birbirimize bu dünyada cehennemi yaşatmakta epey mahiriz.
Biz böyle bir milletiz.
Birinin yükselmesi bizi sevindirmez.
Rahatsız eder.
Takdir etmek zor gelir.
Kıskanmak refleks gibidir.
Birinin başarılı olması, başkasının uykusunu kaçırır.
“Helal olsun” demeyiz.
“Arkasında kim var?” diye sorarız.
Yerel siyasete bak.
Aynı ilçede, aynı sokakta, aynı çay ocağında…
Birisi çalışıyorsa, birisi üretiyorsa, birisi dikkat çekiyorsa…
Hemen devreye girilir.
Fısıltılar başlar. Kulisler çalışır. Paçalar hazırdır.
Siyasetteki rekabet zaten serttir.
Ama bizde rekabetten çok kıskançlık, köstek olma, itibarsızlaştırma var.
İlçeden büyükşehire, büyükşehirden ülke siyasetine kadar değişmiyor.
Hemşehri dernekleri mesela…
Tabelasında kültür yazar.
İçeride siyaset kaynar.
Dayanışma için kurulur.
Rekabet üretir.
Birlik diye başlar.
“Bizden mi?” diye bölünür.
Herkes hemşehridir.
Ama biri öne çıkmasın diye herkes tetiktedir.
Kimse kimseyi yukarı taşımak istemez.
Birlikte aşağı çekmek daha kolaydır.
Dernek salonlarında kaynayan kazanlar var.
Zebani yok. Gerek de yok.
Çünkü herkes gönüllü.
Siyasetin arka bahçesinde, STK’ların iç koridorlarında, yerel hesapların gölgesinde…
Zebaniler yanı başımızda.
Sonuç?
Toplumsal yükselme yok, sadece birbirini aşağı çekme yarışı var.
En acısı ne biliyor musunuz?
Bunu normal sanıyoruz.
Birinin önü kesildiğinde,
“İyi oldu” diyoruz.
Birinin sesi kısıldığında,
“Fazla konuşuyordu zaten” diyoruz.
Sonra da hep bir ağızdan soruyoruz:
“Neden ilerleyemiyoruz?”
Cevap basit. Çok basit.
Biz başkasının yükselmesini, kendi düşüşümüz sanıyoruz.
O yüzden kazan hep kaynıyor.
O yüzden kafalar çıkamıyor.
Zebani aramaya gerek yok.
Yanı başımızda.
Hatta bazen…
Aynada.